Monday, November 26, 2012

Çocuklarla faaliyet-Porselen hamuru (gibi birşey)

Bu kolay hamur tarifi hem bembeyaz oluyor hem de hazırlaması çok kolay. Karbonat çok bol lazım, bunun için aktardan almak daha iyi. Bunu pinterest'ten buldum, uyguladım, çok güzel. Orijinal tarifi buradan bulabilirsiniz.



Tarif:(Tarifler Amerikan cup ölçüsü ile veriliyor. Orta bir su bardağı gibi düşünebilirsiniz.)


2 cup karbonat
1 cup mısır nişastası
1 1/4 cup su

Önce toz olanları şöyle bir karıştırıp suyu ekliyoruz. Biraz kendine gelince de pişirmeye başlıyoruz ocakta. Malzemeleri iyice yedirip karıstırmaya devam ediyoruz. Kısa bir süre sonra bu karışım birden patates püresi gibi bir kıvama geliyor. O zaman altını karıstırıyoruz. Hepsi katılaşınca nemli bir beze sarıp sogumasını bekliyoruz. İşte hamur hazır.

Ben kilitli bir poşete alıp kullandıkça içinden alıyorum. Kalanı kurumuyor böylece. Bunlardan çok iyi yılbaşı süsü oluyor. Ya da hediye paketine konacak bir süs.İsterseniz yağlı bir kağıtta kurumasını bekleyebilir veya 120 santigrat derecede fırında kurutabilirsiniz. Ben ikisini de yaptım. Fırınlayınca biraz daha iyi sonuç aldım.
Konu Alp olunca tabii Star Wars süsler kaçınılmazdı, bende onlardan bir set var:)
Bugün evdeydi Alp, onu epey oyaladı. Bu hamurun böyle güzel bir beyaz olması da ayrı bir hoşluk:)

Saturday, November 24, 2012

Homeopati nedir?

Türkiye'de pek bilinmeyen homeopati hakkında bir yazı yazayım dedim. Şimdi size vereceğim bilgiler, dünyanın en önemli homeopati firmalarından Boiron'un bir kitapçığından alınmıştır:

Homeopati, doğal maddeleri, mikro dozlarda kullanan terapatik bir metoddur. Homeopatik ilaçlar, alerji, öksürük, grip, soğuk algınlığı, stres, artirit ağrıları, kas ağrıları, diş çıkarma ağrıları gibi birçok akut sorunu tedavi amaçlı kullanılmaktadır.

Homeopatik İlaçlar:
Terapatik olarak aktif olan mineral, botanik ve biyolojik maddelerin mikro dozlar ile kullanılmasıyla üretilir. Güvenli ve doğal bir şekilde, sersemlik ya da uykuya sebep vermeden vücut tarafından kullanılır. Doz aşımı riski yoktur ve diğer kullanılan ilaçlar ile etkiye girmezler. Bu yüzden, kendi kendinize ilaç kullanacağınız zaman en güvenli ilaçlardır. İlk belirtiler görüldüğü zaman alınması en iyi neticeyi verir.

Homeopatik ilaçlar 200 seneden fazladır kullanılmaktadır. Homeopatic Pharmacopoeia of the United States (HPUS) uyarak üretilirler. Bugün dünyada milyonlarca hasta tarafından kullanılmakta ve doktorlar tarafından tavsiye edilmektedir.

Boiron'dan aktaracağım bilgiler bu kadar. Amerika ve Avrupa'da yani ilaçların çok yoğun kullanıldığı bu zengin ülkelerde, homeopati çok ciddi bir daldır. Doktorlar tarafından da ciddiye alınmkatadır. Zira yan etkileri bulunmamaktadır. Bazı yerlerde özel eczaneler olduğu gibi, bazı yerlerde eczanelerin içinde bulunur.

Homeopatinin bir özelliği de belirtiler dısında kişiye, daha doğrusu kişiliğe özel ilaçlar olmasıdır. İşte burada, bu işin ciddi eğitimini almış kişiler devreye giriyor. Size birçok soru sorup tipinizi belirliyorlar. Ondan sonra belirtiye göre değişik ilaçlar veriyorlar.

Bir de genel ilaçlar var. Onlar zaten biliniyor. Ortalama herkese uyacak şekilde dizayn edilmiş karışımlar bunlar. En bilinenlerden biri ise, isminin nasıl okunduğunu hala bilmediğim, ama hamileliğimde tanışıp hem kendim hem ailem için kullandığım,
Oscillococcinum® isimli karışımdır. Bana da ilk kez, hamile iken kadın doğumcum tavsiye etmişti. Epey pahalı ama deyiyor. Bir de Alp'e çok sık kullandığım Cold Calm isimli karışım. İlk hissettiğinizde nezle, vs hemen vermek çok işe yarıyor.

Gelelim Türkiye'de duruma: Bazı hekimler var bu işe gönül vermiş. Hekim olmayanlar da var. İlaçlarını burada bulmak zor. Gidenlerden istiyorsunuz, bir şekilde çark dönüyor. Türkiye'deki mevzuatın bunları kabul etmesi çoook zor. Sağlık Bakanlığı dışarıya ve yeniliklere çok çok kapalı bir bakanlık. Senelerce muhatap olduğum bir kurum. Dolayısıyla, bakanlığa çok yakın bir kişi el atmazsa bu ilaçların Türkiye'ye ithalatı mümkün durmuyor bana göre. İnşallah yanılıyorumdur.

Özellikle bebeğiniz, çocuğunuz için bir homeopati doktoru edinip arada bir ziyaret etmenizde fayda var. Bazı hastalıkları böylece antibiyotiksiz atlatmanız mümkün olabilir böylece.

Thursday, November 22, 2012

Lego sorunlarımız...

Lego'lu evler gayet iyi bilirler. Beraberinde birçok soru işareti getirir. Legolar nasıl saklanır?

Renklerine göre?
Büyüklüklerine göre?
Konularına göre?

Lego bizim zamanımızda basit parçalardan oluşuyordu. Böyle konulu Lego yoktu. Büyük bir pazarlama başarısı olarak gördüğüm bu strateji sonucu, her aldığımda yemin billah edip bir daha almam dediğim Lego'dan devamlı geliyor eve bir şekilde. Hediye olsun, Alp'in aile büyüklerini kandırdığı zamanlar olsun, benim aldıklarım olsun. Bünye tövbe tutmuyor anlaşılan:)

Konulu Legolar bir puzzle gibi. Aslında yaratıcılığı öldürdüğü kesin böyle olunca. Otur, talimat izle. Külliyen karşıyım bu duruma. Ama bir taraftan da bari o kadar aldık, Alp yaptı, biraz da dursa diyoruz. Öyle de olmuyor. Bozulunca da birbirinden farkı pek de olmayan bir sürü parça biriktikçe birikiyor. Sonuçta bunlar böyle parça parça olacaksa, yeni Lego almak çok anlamsız. Ama parça parça olunca da yaratıcı yeni modeller geliştiriyor çocuğumuz, anlamına geliyor. Gel de çık işin içinden.

Benim içimde olay net, daha fazla Lego almamak lazım. Olanlarla oynasın. Nokta. (Ama gerçekte böyle olmamaya devam edecek, bunu da biliyorum)

Ben nasıl saklıyorum sorusuna gelince, renklerine göre. Bir de figürler bir kutuda, tekerlekler bir kutuda, çok minikler bir kutuda gibi ayrımlar da var.

Bir de dev bir kutu var, ortalıkta kalanları bir şekilde acilen kaldırmak için.

Bakın bu blog'daki aile olayı nasıl çözmüş:

http://littleredhen4.blogspot.com/2011/11/legos-legos-legos.html

Alp'in odasını biraz daha büyük çocuk odası yapınca böyle birşey yapacağım sanırım.

Wednesday, November 14, 2012

Lego sağolsun...

Çok büyük bir icat. Kaç jenerasyon büyüttü düşünün. 1932'de kurulan orijinal şirket, sonra birkaç kez değişiyor, 1934 senesinde lego adını alıyor. Lego ismi, leg godt ibaresinden geliyor. (İlk 2 harfleri) Anlamı ise: İYİ OYNA!

Bizim evde Lego hep favori oyuncak oldu, hala da öyle. Alp okula gitmeden önce mutlaka çantama bir Lego yapıp saklıyor. Genelde bir mini figür oluyor bu. Okul çıkışında beni görünce de ilk sorduğu şey o oluyor. Bir yere mi gidilecek, mutlaka önce kafasındaki Lego'yu yapıyor. Uyuma vakti geldiği zaman, hemen yeni bir Lego yapıyor. Elinde uyuduysa ilk sorduğu şey o oluyor. Bazen yatağının altına koyuyor. Gece uyanırsa, önce o Lego'yu alıyor, sonra bizim yatağa geliyor. Böyle hafif takıntılı bir Lego durumu var bizim evde:)

Konuyla ilgili olarak size Kapadokya'daki bir fotografı koyuyorum. Her sabah 100'ün üstünde balonun havalanışını seyrediyorduk. (Sağolsun çok erken uyanıyor-ama bu sefer çok işe yaradı bu uyanışlar-bol fotoğraf çektik.) Alp odaya dönünce hummalı bir çalışmaya girdi. Tesadüfen odada hafif sönmüş bir balon da vardı. Vee aşağıdaki balonu yaptı:


Yaşasın Lego!

Çok erken uyanan çocuklar...

Bizde var bu tipten:)
Çözüm: Kabullenmek! Yapacak birşey yok demek. Geç yatırmak kesinlikle birşey farkettirmiyor. Benim tarafım genelde erken uyanır. Eşim çok uzun sürelerle uyuma kapasitesine sahip. Ama Alp bana çekmiş, 6-6:30 arası uyanıyor. Kazara geç mi yattı, 5:30'da uyanıyor. Bu konuyla barışmak gerekiyor. Derin derin nefesler alıp bunu kabullenmek, anne baba olarak sizin de uyku saatlerinizi öne almanız gerekiyor. Evde bakıcı varsa ve cocugunuz onunla vakit geçirmekten zevk alıyorsa elbet şahane bir durum. Ama bizde durum şu: Alp erken uyanıp salona yönleniyor, lego adamlarından birini alıyor sonra da bizim yanımıza geliyor. Asla geri uyumuyor. İstisna: Hasta olup ilaç kullandığı zamanlar. Onun dısında yaptığı bütün eylemler bizi uyandırmaya yönelik. O kadar da tatlı anlar ki onlar, sonunda dayanamayıp birimiz kalkıyoruz, onunla salona yöneliyoruz.

Lego işi bambaşka bir konu, gerçekten çok eğlenceli, onu ayrıca anlatacağım.

Tuesday, November 13, 2012

Bir Kapadokya Seyahati Daha...





Kapadokya eşsiz biryer, kıyaslayacak yer bulamıyorum. 4.gidişimiz, biliyorum ki daha birçok kez gidilecek oraya. Alp bile 2 kez gitti bu yaştan:)
Bence çocuk ile gidilebilecek müthiş biryer. Beraberce çok güzel doğa gezileri yapıyorsunuz. Tırmanma meraklı bir çocuğunuz varsa, bacaların etrafında birçok kez tırmanabiliyorsunuz. Kapadokya'nın hakkı 4 gün. 5.günde yapacak şey bulmakta zorlanabilirsiniz. Ihlara vadisi'ni de programa eklerseniz bu 5.günün programı olur ancak çok uzak. 1.5-2 saat sürüyor Göreme'den. Çocuklarla göze alamadık.
Evet, çocuklar dedim zira yanımızda yakın arkadaşlarımız ve onların Alp yaşındaki oğlu da vardı. 2 çocuk bazen iyi bazen kötü oluyor. İyi olması birbirlerini oyalıyorlar, kötü kısmı ise kimi zaman ikisini birden sakinleştirmek gerekiyor, sinerjileri 1X2'den fazla oluyor. Bu kısmı zor idi. Ama Kapadokya yine mükemmeldi. Şimdiden özledim desem yalan söylemiş olmam. Bir kere de kar altında görmek istiyorum, bakalım ne zamana olur?

Monday, November 12, 2012

A Human Adventure - Uzay Sergisi

Çok düşük beklentilerle gittiğimi belirtmeliyim. Birkaç tane uyduruk şey gelmiştir, bu da Alp'e yeter dedim. O da ne? Devasa bir sergi alanı içinde bir sürü malzeme bizi bekliyordu.


Florida'daki hakiki uzay üssünü görmüştüm seneler önce. Gerçekten benzer şeyler vardı. Orada haliyle orijinal uzay mekiğine giriyorsunuz ama bu da normal artık. Uzay mekiklerinin oradan atıldığını düşünürseniz:)

Burada bazı uzay araçları gerçek, bazıları maket. Roket, füze, ay arabası, uzay mekiği, ne isterseniz. Birçok uzay kıyafeti. Film makinaları. Saymakla bitmez.

Çıkışta hoş da bir sürpriz vardı. İlgili olanlar bilir, NASA artık uzay uçuşlarını kendisi yapmayacak. Dışarı firmalara ihale etti bu işi. Bu firmalardan bir tanesi, Amerika'da yaşayan sayısız ödüller alan bir Türk aile. Gurur duydum. Demek bizden de uzay araştırması yapabilecek kişiler çıkıyor. Belki ileride uzayda Türkler'i de görebiliriz, hayalden bir adım öteye geçmiş bu iş. Hep söyleriz, "Elalem uzaya adam gönderiyor, biz nelerle uğraşıyoruz" diye. Tabii bunu söylemeye devam edeceğiz ama belki biz de göndeririz birgün:)

Diyeceğim o ki, bu sergiye gidin, epey emek sarfedilmiş, buraya kadar gelmiş. Değerlendirmek lazım. 4 yaşında olan Alp için ücret alınmadı. Kalabalık aileler için özel fiyat yapmışlar. Biletix'te satılıyor, oradan görebilirsiniz fiyatları.

Çıkışta Alp'e bir de astronot kıyafeti aldık. Çok kaliteli yapılmış, mağazalardaki uyduruklardan değil. O da üstünden çıkartmadı. Hediyelik eşyalara da dikkat edin derim:)

Uzun zamandır suskunum...

Nedendir bilinmez, yazı yazasım yoktu. Çok uzun sürdü, biliyorum. Araya bir sürü seyahatler sığdı, okul açıldı. Bugün artık geri dönme günümmüş:) Kendime hoşgeldin diyor ve bir daha bu kadar arayı açmamayı diliyorum!

Friday, July 13, 2012

İki tekerlekli bisiklet öğretmenin çok kolay bir yolu var!: Pedalsız Bisiklet

Neden biz bilmiyoruz bunları da çocukları habire 2 ana +2 minik yan tekerlek işkencesine tabi tutuyoruz?

Olaya baştan başlayayım: Yazılarını sık sık okuduğum baby center'da bir gün bir video gördüm. (Link'ini atınca başka videolar çıkıyor, www.babycenter.com'dan aratmanız en iyisi)

Bahsettikleri yöntemle çok ama çok kısa bir sürede (bazıları için 15 dakikada) 2 tekerlekli bisikleti kullanmanın kolay bir yönteminden bahsediyorlardı. Videoyu hemen seyretmeye başladım zira benim değerli eşim de bilmiyor. Çok istiyordu öğrenmeyi ama nasıl olacak bu iş diye de çekinceleri vardı.

Videoda tarif edilen yöntem şu: Bir bisikleti alıp, pedallarını söküyorsunuz. Kendinize tercihen çimlik bir alan ve hafif eğim buluyorsunuz. Seleyi, ayaklarınız yere tam basacak şekilde ayarlıyorsunuz. Sonra 2 ayak yardımıyla hızlanıp hızlanıp ayaklarınızı yerden kaldırıyorsunuz. Eğim de olunca pedalsız hızlanıp, birden dengeyi kurmaya başlıyorsunuz. Böylece sürücü adayımız dikkatini sadece dengeye veriyor, pedal, fren gibi sistemler ile bosuna oyalanmıyor.

Bunu önce eşimde denedik. Sonuç: sanırım 10 dakika bile sürmeden, ayaklarını yere koymadan yokus asağıya gidiyordu.

Alp için ise farklı birşey yaptık: Yurtdısında çok sık gördüğüm ama daha önce "bu da nedir, ne acayip birşey" dediğim pedalsız bisikletlerden aldık. Çok şanslıyım, Türkiye'ye yeni açılmış olan Alman Rossmann'ın bir dükkanına denk geldim. Sadece 49TL'ye bu bisikleti aldım. Boyuna göre ayarlayıp bahçemizde şans eseri bulunan eğimli çimlik araziye gittik. 15 dakika sonra Alp ayaklarını yere koymadan yokuş aşağıya gidebiliyordu. Bu bir mucize! Biliyorum ve görüyorum ki 4 tekerlekli bisiklete binen çocukların 2'ye geçmesi çok uzun zaman alıyor. Bu yöntem olması gereken şey. Zaten u-tube'da, "how to teach to ride a bike" şeklinde bir arama yapın, göreceksiniz ki, bütün okullar bu yöntemle bisiklet öğretiyorlar. Biz bu konuda çok geride kalmışız ama sanırım yaygınlaşacak. Eskiden pedalsız bisiklet hiç yoktu. Aldığımız bisikleti merak ediyorsanız, buyurun size bir foto:


Tuesday, July 10, 2012

Değişik oyuncak arayanlar için bir web sitesi: Zekids

Özellikle altını çizmek isterim:
Benim blogumda yazılan hiçbir web sitesi reklam amaçlı değildir.
Sadece benim beğendiğim web siteleri ve/veya ürünlerdern bahsederim.

Bu konuda çok hassasım: hatta yorumlarda "gizli" reklam yapan kişiler oluyor, onların yorumlarını da siliyorum. Bu vesileyle de tekrar rica ediyorum, burası ticari bir blog değil, lütfen ürün tanıtmamı istemeyin benden...

Eveeet, asıl başlıkta yazılan konuya gelelim. Biliyorsunuz oyuncak işi gerçekten zor ve sıkıntılı bir konu. Doğum günleri yaklaşırken bana fenalık basar, ne alınacak? Ya da ne gelecek? Ciddi bir israf var, engel olmak da pek mümkün değil. En iyisi hiç olmazsa biraz daha farklı birşeyler seçmek.

Bağdat Caddesi'nde olan ve aynı zamanda online satışı da olan ZEKİDS iyi bir seçenek. Oradaki oyuncaklar gerçekten ilginç, oyalayıcı. 5 dakikalık ömrü olan oyuncaklardan değil, aklınızda bulunsun.

Büyük bir çocukla tatil iyi oluyormuş!






Şimdiye kadar gittiğimiz bütün tatillerde, Alp'in akranı olan çocuklu ailelerle tatil yapmıştık. Bu sefer, çok yakın arkadaşlarımızın evine gittik. Onların oğlu ise 8 yaşında (Leo). İnanın çok çok faydalı birşeymiş bu.

Alp ilk defa yaptıklarını beğenmeyen, eleştiren biriyle beraber oldu. Kendi arkadaşları da zaman zaman eminim beğenmiyordur yaptıklarını ama eleştirinin büyükten gelmesi gerçekten ezber bozan birşey oldu. Alp kıymetli legoları ile bir uzay gemisi yapıyor, bize getiriyor. Bize göre iyi ama Leo'nun gözünde çok yetersiz. Pat diye söylüyordu Alp'e. Bizimki bir yandan üzülüyor bir yandan da yeni bir modele girişiyordu. Gerçek dünyanın simülasyonu oldu adeta:)

Leo ne isterse onu yaptı, tam büyük kardeş durumu. Bol bol didiştiler, Alp kendini savunmayı öğrendi. Habire laf yetiştirmeye çalıştı arkadaşına. Beraber oyunlar kurdular, legolar yaptılar, tartıştılar. Kıskançlık, paylaşamama durumu hiç olmadı gibi birşey. Aynı yaş durumunda böyle şeyler çok oluyor. Birbirini şikayet etme durumu da çok azdı, biz de kendiniz halledin deyip geçiştirmeye çalıştık. Alp Leo'nun gölgesi gibi davrandı çoğu zaman. Bu birtek deniz konusunda işe yaramadı. Alp denize girmek istemiyordu, Leo'yu görüp kesin girer dedik, ama öyle birşey olmadı maalesef.

Leo'nun yaşı büyük olduğu için çizgi film vs seyrediyordu. Alp alışık olmadığı için seyretmeyi talep bile etmedi. O sıralarda legolarıyla oynadı.

Sonuç olarak Alp için çok iyi bir tatil oldu, 1 haftada gelişti. Demek evde büyük kardeşleri olan çocukların hızlı gelişmesine, mücadeleci olmasına şaşırmamak gerekiyor.

Monday, July 9, 2012

Filozof Bebek

Tracy Hogg'un, Ferber'in kitaplarını Türkçe'ye çevirerek bence büyük bir hizmet vermiş olan Gün Yayınları, yine iş başında. Geçen sene okuyup çok beğendiğim bir kitabı yakalamışlar ve Türkçe'ye çevirmişler:

Filozof Bebek


Bebekler ne düşünür, akıllarından neler geçer? Bu gibi soruların cevapları burada!

IPC'den yeni bir kitap

Kitabın adı: Annenin Rehberi
Yazarı: Sinem Olcay Kademoğlu



Daha önce Merhaba Bebek isimli kitabı yazan Sinem Olcay Kademoğlu, şimdi de 1-3 yaş arasını bize anlatıyor.

Bilmeyenler için tekrar hatırlatayım: IPC yani Istanbul Parenting Class, İstanbul'da anne babalara çok güzel eğitimler veriyorlar. Maddi-manevi bu eğitimlere ulaşamayan ebeveynler için de bu kitapları yazıyorlar. Ben kursların ikisine de gidip çok memnun kalmıştım. Ben gidemem diyorsanız, hiç olmazsa kitapları almalısınız diye düşünüyorum.




Wednesday, May 9, 2012

Yaratıcı bir oyuncak-KAPLA





Ne zamandır değişik bir oyuncak peşindeyim. Bu blogu düzenli okuyanlar bilir, lego dısında oyuncakları pek almıyorum. Gelirse değiştiriyorum. Zira ömürleri 5 dakikalık oluyor. Halbuki legolar ile saatleri geçiyor Alp'in. Bir de tabii erkek çocuk olduğu için arabaları var ama o ayrı bir mesele. Onları başka bir konuma yerleştiriyorum. Kızların bebekleri gibi.

Sonunda bir arkadaşımın evinde gördüğüm KAPLA'yı görünce, işte budur dedim. İnternette ve çok nadiren bazı dükkanlarda satılıyor. Malzeme, fikir çok ama çok basit: Aynı ebatta bir sürü tahta parça. Tıpkı Jenga gibi. Ama daha ince ve daha uzun. Youtube'dan bir bakın, neler yaptıklarını görün onlarla. Biz de ailecek çok sevdik Kapla'yı. 100'lük kutu yetmedi, 200'lük alacağım sanırım. Bu aralar tedarikte bir sıkıntı var galiba, hem Alp'in kuzeni Mira'ya hem de doğum günü olan Nuh'a 100'lük almak istedim ama piyasada bulamadım. Daha küçük kutularını alabildim. Heyecanla devamını bekliyorum.




Bu arada araştırınca, markasının başka olduğu tıpatıp başka ürünler olduğunu keşfettim. Bendeki bilgiye göre orijinali Kapla, diğerleri kopya ama %100 emin değilim. Tek emin olduğum gerçekten çılgın birşey olduğu! Bu da Kapla ile yapılan bir proje :)




Küçük Kara Balık Montessori Okulumuz Hakkında 1 yazı ve 1 belgesel

Daha doğrusu 1.si Montessori hakkında. BBC'nin yaptığı bir belgesel. İzlemek isterseniz linki bu.

Bir de NTVMSNBC'de okulumuz hakkında yayınlanmış bir yazı var. O da burada.

Wednesday, April 18, 2012

Ölüm Konusu

En zor konulardan biridir. Ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Alp uzun zamandır okuldan duyduğu ölümle ilgili cümleleri tekrar ediyor ama ne olduğunu bilmiyordu. Arada bir soruyor basit cevaplar vermeye çalışıyorduk.

Bu arada Alp'in dedesi uzun zamandır kanserle boğuşuyordu. Beyine gittiği zaman doktoru yapılacak birşey olmadığını söyledi. Hastamızı maalesef geçen hafta kaybettik. Nur içinde yatsın inşallah.
Hemen psikolog bir arkadaşımıza danıştık. Yakında oturan dedesini oldukça sık görüyordu ve onunla geçirdiği zamandan keyif alıyordu.

Önerileri şöyleydi:
Cenaze ortamında bulunmasın
Cenaze evinde de bulunmasın
Önce birkaç gün sormasını bekleyin
Hala sormamışsa uygun zamanda basitçe anlatın
Anlatımı : (Psikolog arkadasımın yazısını aynen kopyalıyorum)
"Dedenin vucudu artik calismiyor, bundan sonra bizim gibi yemek yiyemez, yuruyemez, konusamaz..." "ama onun sana ogrettikleri, birlikte yaptiklariniz hep aklimizda" denebiIir.

Sizin ya da kendisinin de ölmesiyle ilgili bir sorgulama hissedebilir bir asamada, bunu sordugunda: "Evet hepimizin vucudu birgün calismaz hale gelecek ama bizim icin buna daha cok zaman var. Dede yasliydi. Bizler daha cok uzun yillar senin yaninda olacagiz. Bunlari dusunmemize hic gerek yok." diyebilirsiniz.

Bundan sonra Alp'in sorgulamasını bekledik. Gerçekten de sorgulamaya başladı. (Dedesi en son 10 gün hastanedeydi dolayısıyla evde olmaması durumu değildi sorguladığı. Daha çok gelip gitmelerden bir tuhaflık sezinledi. Ne zaman iyileşir diye sordu)
2 gün önce kucağımıza oturttuk ve aynen yukarıdaki konusmayı yaptık. Nasıl öldü diye sordu. Kalbi durdu dedik. Artık onu göremeyeceğiz dedik. Sadece babaannemi mi göreceğiz dedi. Evet dedik. Peki dedi, oynamasına devam etti.

Ertesi gün, "anne, dedemin nasıl öldüğünü anlat bana" dedi. Yine yukarıdaki cümlelerle anlattık. Hastalığa bağlamamaya çalıştık, yoksa her hastalanan gider mi fobisi oluşabilirdi. Sorduğu kadarını anlattık, gereksiz açıklamalara girmedik.

Şimdilik bir sorun yok. Sanırım bir süre daha devam edecek bu durum.

Tuesday, April 3, 2012

4+4+4=0

Benim için öyle, gerçekten. Mevcut sistemi fazlasıyla parçalayan bu eğitim sistemini nereden tutsanız elinizde kalıyor.

OKULA 5 YAŞINDA BAŞLAMAK:
Bu gerçekten olacak birşey değil. Birçok çocuk o yaşta ne sırada oturabilir, ne o kadar konsantre olabilir, ne de kalem tutacak kadar ince motor yetisine sahiptir. Hele bu sene geçiş döneminde bu yavruların 5 ve 6 yaşların aynı anda okula alınması olacak birşey mi? Bu yavrular hayatları boyunca 2 kat fazla rekabet ile başetmek zorunda kalacaklar. Üniversite için 1 milyon kişi mi yarısıyor, o sene 2 milyon yarısacak. Ama alınacak öğrenci sayısı sabit kalacak. Üstelik büyük yaşlı çocuklar daima üstün olacak öbürlerinden. İstisnalar elbette olacak. Ama genel durum böyle.

4.SINIFTAN SONRA BAŞKA OKULA GEÇMEK:
Okulların 5+3 olmasının bir sebebi, 5.sınıftan sonra çocukların başka bir ruhsal olgunluğa erişmeleri. Şimdiki durumda ise birden 2 sene önceye çekiliyor bu geçiş. Hem 1 sene önce başladıkları için hem de 1 sene süre kısaltıldığı için. Dünyada başka örneğinin olmadığını da hemen belirteyim.

SEÇMELİ DERS:
Lütfen samimi olsun herkes. 10 yaşında çocuk neyi seçecek? Neyi seçebilir? Bu seçim tabii ki aile tarafından yapılacak.

OKUL ÖNCESİ:
Eee, ne oldu okul öncesi eğitim? Bunun için yurtdısından fonlar kullanıldı, ileriye büyük yatırım olacaktı. Ne olacak şimdi? Bizim yavrularımızla böyle oynamaya kimsenin hakkı olmamalı.

Ben bir ebeveyn olarak çocuğumu 5 yaşında okula göndermek istemiyorum. Bakalım nasıl çıkacağız bunun içinden?!?!

Sabacı Üniversitesi içindeki bir ekip (Eğitim Reformu Gelişimi) detaylı bir rapor hazırlamış. Herşey çok net. Yazı burada


İyi daralmalar dilerim, zira ben çok daralıyorum bu konuda

Çocuklarda erken ergenlik sorunu

Maalesef şu gördüğünüz can sıkıcı yazıyı okudum. Yazı kız çocukları üstüne, erkek kısmını çok bilmiyorum.

İngilizce olan bu yazı çok uzun. Sizlere kısaca bahsetmem gerekirse, başlığı zaten yeterince işler acısı:
Puberty Before Age 10: A New ‘Normal’? Yani, 10 yaşından önce gelen ergenlik artık yeni "normal" mi?

Bütün dünyada 10 yaşından önce kızlarda tüylenme, meme büyümesi gibi ön-ergenlik belirtileri yaygın olarak yaşanmaya başlamış.
Bazıları hormonal olarak tespit edilirken bazılarında hiçbir bulgu olmuyor. Ne yapılacağı konusunda karışık yaklaşımlar var. Bazısı ilaç tedavisi yapıp geciktirme taraftarı. Ama bazısı da bu ilaçların ileride kansere sebep olabileceğini düşünüyor. Gelin buradan yakın.

Sebeplere gelince, bu konuda da bir netlik yok. Muhtemel sebepler:
1- Gıdalardaki hormonlar
2- BPA (Artık yasaklandı)
3- İnsülin seviyesi, şekerli beslenmeler
4- Vücuttaki yağ oranının yüksekliği, hareketsizlik, obesite
5- Stres özellikle erken yaş stresi

Bazıları çocuklarına bol bol spor yaptırırak geciktirmeye çalışıyorlar. Kimi zaman işe yarıyor ancak yaramadığı zamanlar da var.
Üstelik çocuklar yaşadıkları duygusal fırtınaları anlayamıyorlar, korkuyorlar. Bunu 6 yasında yaşayan bile var. Adet gördükten sonra 2 sene içinde de boy uzaması tamamlanıyor. Yani genetik olarak aynı 2 kişiden birisi daha erken adet görürse, boyu daha kısa oluyor.

Burada bize düşen nedir?
Mümkün olduğunca organik beslenmek
Şekerden uzak durmak
Çocukları kilo yapıcı "boş" gıdalardan uzak tutmak
Spor yaptırmak
Doktor kontrolunde bu konuya da değinmek.

Bir arkadaşımın çocuğu bunu erken yaşayanlardan. Kızı bu olayı erken yaşamak istememiş. İlkokul 4.sınıfta. Sınıfa pedler mi taşıyacağım demiş. Bu yüzden doktor ile beraber karar verip bir tedaviye başlamışlar. 11 yaşına basınca bitecekmiş. Zaten o zaman normal yaşa gelmiş oluyor.

Ebeveynlik gerçekten çok zor!

Saturday, March 24, 2012

Nurture Shock Türkçe'ye çevrilmiş!

Hem de geçen Mayıs ayında. Kuzenim arayıp haber verdi, buna çok sevinen oldu, çünkü soruyorlardı. Açıkçası açıp bakmamıştım, bu da benim ayıbım, var mı diye.

İste kitabın kapağı:



Böylece artık merak eden herkes bu kitabı okuyabilecek:)

Friday, March 23, 2012

Bir çocuk kitabı: ELMER serisi



Ailecek bayılıyoruz Elmer kitaplarına. Tesadüfen almıştım, iyi ki almışım, müptelası olduk hepimiz. Birçok kitap var seride. Kırçiçeği Yayınları çevirmiş. Bazıları artık bulunmuyor. Bu kitaplara mutlaka Elmer ile başlamak lazım. Ondan sonra gelenler Elmer ve xxx olarak gidiyor.
Konuya gelince: Elmer resimde de gördüğünüz gibi rengarenk bir fil. Onun maceraları anlatılıyor her kitapta.
Serinin hepsi tercüme edilmemiş henüz. Umarım edilir. Biz dayanamayıp kalanlarını amazon.com'dan getirttik, onları okuyoruz.

Sunday, March 11, 2012

İç Disiplin

Montessori Okulumuzda (Küçük Kara Balık Çocukevi) Ebeveyn Eğitimleri veriliyor.
Bizim okulun en sevdiğim yönlerinden biri de, bu eğitimler. "Biz öğretiyoruz, siz de evde devam ettirin" anlayışı var. Aslında bu birçok Montessori okulunda olan bir yaklaşım. Geçen haftaki eğitimi Hial Hanım'dan almıştık. Bu hafta eğitimimizi Iraz Suman'dan aldık. Kendisi okulumuzun pedagogu, Montessori felsefesini de çok iyi benimsemiş birisi. Konumuz iç disiplindi.
Bu Montessori felsefesinin özünü oluşturuyor. Çocuğa öyle bir eğitim verilecek ki, çocuk korktuğu ya da ödül alacağı için değil, tamamen kendisi için birşeyler yapacak. Bunu başarabilirseniz, şunu yap, bunu yapma çocuğum modeli olmayacak. Tamamen kendisi için yapıyor olacak yaptıklarını. Böyle olunca da motivasyonu daha yüksek bir birey olacak.
Bunun için en önemli nokta, ödül-ceza vermemek. Bunu zaten tekrar ediyorum sık sık. Başta zor gelse de, bir süre sonra alışıyorsunuz. Ceza kısmı değil ama (zaten bu kadar küçük çocuğa ne cezası???) ödül kısmı gerçekten zor. Ama alışılıyor.
Mümkün olduğunca, günlük yaşamla ilgili hataları düzeltmemek. Kendisi sonuçları görüp zaten bunu düzeltecek. Su mu döktü, birşey demeyin. (Ben sana söylemiştim...Aman sakın ola bu lafı etmeyin!)
Uyarıları minimumda tutun...
Hayır kelimesinde çok cimdi davranın. Hayır'ı onun için mi, kendiniz için mi diyorsunuz? (Dikkat edin, çoğunda kendiniz için dediğinizi göreceksiniz.)
Ona minik sorumluluklar verin. (Sofra hazırlama, çicek sulama..)
Olumsuz konuşmamaya, olumlularla idare etmeye çalışın. (Zor!)
Evi çocuğunuza göre tekrar düzenleyin. Etrafta onun da taşıyabileceği tabureler olsun.
Odasında ayna olsun.
Oyuncakla doldurmayın evi, fazla uyaran da iyi değil..
Onunla konusurken dizlerinizin üstüne oturun, onun boyuna gelin, öyle konuşun.
Anne baba olarak tutarlı kurallar uygulayın.
Sakın yemek yedirmeyin.

Bu geçirdiğimiz koca 2.5 saatin minik bir özeti aslında. Aklıma gelenleri yazdım şöyle bir.
Bir de okulumuza konuk olarak gelen uzman bir psikoloğun paylaşımlarını aktarmak isterim:
Kendisi Montessori'yi çok duymuş, Ankara'da Hilal Hanım ile konusmus, o bizi önerince, kapımızı çaldı, geldi, tanıştık.
Sözleri şöyleydi: "Montessori'yi duydum ama canlı görmek inanılmaz bir deneyim. Çocukların böyle kendi kendilerine yettikleri, özgür oldukları, mutlu oldukları başka bir okul görmedim. Çocukların el becerileri müthiş. Sizi tebrik ediyorum. Buraya gönüllü geliyorum ve gelmeye devam edeceğim. Çok heyecanlanıyorum okulunuza gelirken..."
Bunları zaten biliyoruz ama tamamen dışarıdan bakan bir gözün bunları teyid etmesi bizi çok ama çok sevindirdi!

Monday, March 5, 2012

Montessori İlkokulu Çalışmaları

Bizim ekip 5 ayda mucize yaratıp bu anaokulu kurdu. Şimdi çocuklar büyüyor, aldı bizi bir telaş. Acaba ilkokul kurulabilir mi? Ben kötümser olanlardanım. İlkokul çoook bürokratik bir iş, nasıl uğraşılır? Müfredat var, nasıl aşılır? Kurallar var, nasıl uyulur? Zira karma yaş uygulaması devam ediyor.

Ankara'da Binbir Çiçek Montessori Anaokulu'nun sahibi olan Hilal Öktem, bu konuda çalışmalara başlamış. Bizden feyz alarak velileri de sürece dahil etmiş. Bu tek başına yapılacak bir iş değil demiş. Onun çalışmaları bizim önümüzü açabilir. Müfredat üstünde çalışmalar yapıyorlarmış. Montessori İlkokulu eğitimini yurtdışında tamamlamış olan bir eğitimci de ona yardım ediyormuş.

Biz bu haberi duyunca çok heveslendik. Okulda Hilal Hanım ile bir toplantı yaptık. Kendisi bizim danışmanımız. Montessori'yi iyi biliyor ve bilgileri çok güzel paylaşıyor. Bizi ve öğretmenlerimizi Ankara'dan gelip bilgilendiriyor ayda 2 gün. Güzel haberleri verince heyecanlandık. Harekete geçelim dedik. Ev toplantılarımız başladı bile. Tıpkı anaokulunda olduğu gibi. Gurup çok aktif. İnşallah güzel birşeyler çıkar ortaya...

Montessori Anaokulumuz (Küçük Kara Balık Çocukevi)

Bu aralar etraftaki okulları kıyaslayabilmek için okul gezdim. Gezdiğim okullar gayet iyi bilinen okullar. Vee gururla gördüm ki, hiçbir okulda, anaokulu seviyesinde, çocuğun alt yapısını oluşturmak için birşey yapılmıyor. Çoğu, çocuğun orada vakit geçirmesine odaklanmış. Halbuki Montessori, çocuğun en değerli zamanının 3-6 yaş arasında olduğunu söyler. Biz bu farkı gerçekten çok hissediyoruz. Materyaller çocuklara öyle bir altyapı hazırlıyor ki, ileride bunun çok faydasını görecekler.

Diğer okullarda etrafta oyuncaklar dolu. Sınıflarda TV var, sıkılınca birşey seyrettirmek için. Beni en geren, bizim sistemin tamamen karşı olduğu bir yıldız sistemi var ki, sormayın. Bir tahta gördük: çocukların resimleri ve altlarında yıldızlar. Artık ne için bu yıldızlar bilmiyorum. Bir baktım bazı çocuklarda hiç yıldız yok. Düşünebiliyor musunuz o küçücük çocuğa etkisini? Bu kadar küçük yaşta bir yarışa sokuluyor, anlamsız bir yarışa. Üstelik başarısız damgası yiyor. Yaş henüz 4! Böyle kafayla yetişen çocuğun ne okulu sevmesi mümkün, ne de herhangi birşeyi içselleştirmesi.

İyiki kurmuşuz bu güzel okulu. Okulun içine girince farkı siz de hissediyorsunuz zaten. Arı gibi vızır vızır çalışan çocuklar. Hepsi çok mutlu.

Ne mutlu bize!

Monday, February 27, 2012

Hülya Sonugür ve bir mektup

Blogumu takip edenler, Dr. Hülya Sonugür hakkında yazdığım yazıları bilirler. Şu yazı ve şu yazı. Geçen hafta bir mektup aldım. Mektubu yazan benim lise arkadaşım Zeynep. Kendisi aynı zamanda geçen sene kanserden kaybettiğimiz minik Nehir'in halası. Nehir'i hatırlarsınız, az rastlanan bir kanser türüne yakalanmıs, ABD'de tedavi görmüş ancak maalesef bu savaşı daha fazla kaldıramamıştı minik bedeni. İçimizi burkan, çok üzücü bir olaydı gerçekten.
Bu da Nehir için tutulan blogdu: http://nehir-im.blogspot.com

Zeynep, bana aşağıdaki mektubu göndermiş. (Hem halanın hem annenin adı Zeynep. Blogu tutan anne Zeynep.) Mektuptan sonra kendisi ile yazıştık. Onun da izni ile mektubu aynen yayınlıyorum:


Mutlucum merhaba,

Hulya Sonugur un doktorlugu biraktigini duyunca sevincten dogru mu diye bir search atayim dedim ki ilk gozume carpan senin blog yazin oldu...

Kadindan (doktor diyemeyecegim) o kadar iyi bahsetmissin ki sana mail atmak zorunda hissettim.

Yegenim Nehir'i ve hikayesini duymussundur. Sevgili rahmetli Nehirimizin hic bahsetmedigimiz bir kanser baslangici vardir ki saka gibi.

Maalesef cogu insan gibi benim kardesim ve karisi da bu hulya denen kadina inanmislar. Nehir'i rutin olarak ona goturuyorlardi..
2008 Ekimin basinda Nehir yogun karin agrisi ve atesle kivranmaya basladi. Tam bir ay boyunca Nehir'i bu kadina hafta 2-3 defa goturup belki hergun telefonda konusuldu. Kizcagizin karni cok sisti ve sertti. Kadinin yorumu gazdi. Ve abuk sabuk yemek alternatifleri ile zaman gecirdi. Atese de artik ne yorum yapti bilemiyorum. Ama belki en az 5 kez muayene etmistir. Cigerlerini dinledi karnina bakti vesaire. Ekim son haftasi hic unutmam pazartesi gunu yine bu kadin gidildi. Yine yemek degisikligi vesaire. O hafta Nehir'in nefes almakta zorlandigini hissetti annesi babasi ve bbutun israrlarimizla baska bir doktora gitmeye karar verdiler.
O hafta gittikleri doktor Nehirin cigerini dinler dinlemez akcigerinin bir tanesini kullanmadigi ve cigerin bir tanesinin sonmus oldugunu soyledi. (basit bir kulakla dinleme). Ayrica karninda bir sertlik ve sislik oldugunu kesinlikle gazla alakasi olmadigini bir kutle oldugunu ve acil ultrason gerektigini belirtti ki o gun cekilen ultrasonda karninda kavun buyuklugunde (1.5 yasinda bir cocuk ve kavunu hayal et lutfen. Sen bile disaridan bir gariplik hissedersin.) tumor oldugu saptandi.
Nehir'e 4. evrede olan noroblastoma kanseri teshisi kondu. Ne gariptir ki Hulya bu teshisten 3-4 gun evvel muayene ettigi halde ne cigerin sondugunu ne de karnindaki kutleyi farketti.

Ve enteresandir ki bu kadin daha sonra Nehir'in annesini bir kez aradi ve teshisi ogrendi. Sonrada ne bir telefon ne de ziyaret....

Nehir'in durumunda 1 ay kaybetmis olmasi kanserin 2 veya 3 uncu evrede teshis edilebilecekken cok gec teshis edilmesine sebep oldu...

Bu arad yapmadigi asilar daha sonra ki tedavi donemlerinde cok problem oldu. Amerikada ki doktorlardan hala boyle salak doktor varmi yorumu aldi..

Biz ailece onu Allah havale ettik... Ve nitekim saglik bakanligi halletmis...
Kusura bakma boyle yazdim uzun uzun ama bu kadini kimseciklere sikayet etmemenin huzursuzlugunu cok yasadik baska kimlere zarar veriyor diye.

Sevgiler
Zeynep

Bunun dışında Zeynep'in bir yorumu daha var, onu da aynen yayınlıyorum:

"Ailecek üzerinde anlastigimiz konu bu kadinin life coach gibi davranirken esas tip konularini atladigi.... Halbuki yeni bebegi olan veya cocuk yetistiren herkesin oncelikle doktordan bekledigi, onemli tibbi konularda yol gostermesi, bilgisiyle deneyimiyle saglik problemlerini cozmesi. Ama maalesef bu kadin ciddi tip deyince belli ki yetersiz..."

Gerçekten çok acı birşey, kimsenin başına gelmesin inşallah.
Zeynep ve ailesine birkez daha başsağlığı dilerim.

Tuesday, February 21, 2012

Montessori Semineri

Küçük Kara Balık Montessori Çocukevi'nde, Montessori eğitimi üzerine bir seminer verilecek. Semineri Ankara'da Birbir Çiçek Montessori Okulu'nu işleten Hilal Hanım verecek. Dışarıdan gelecek velilere de açık olan seminerin duyurusu aşağıdaki gibidir:

Çocuğumla –Hemen Şimdi – Montessori Etkinlikleri

“Kendi kendime yapmayı öğrenmeme yardım et”
Bütün çocukların kalbinde yatan istek aslında budur. Günümüz dünyasının aşırı meşgul yetişkinleri olan bizlerse çoğu zaman onun yerine kendimiz yapmayı tercih ederiz. Ona deneyim yaşatmak için ya vaktimiz yoktur ya da sabrımız. Biz bir an önce sonuca ulaşmak isterken çocukların süreçten keyif aldıklarını unuturuz. Oysaki her işi yetişkinler tarafından yapılan çocuklarda bağımsızlık ve öz disiplin gelişimi engellenir!

Montessori Eğitimi; çocuğun süreci yaşamasına izin verir ve ben kendim yapabilirim duygusunu hissettirir. Tüm dünyada 100 yılı aşkın bir süredir uygulanan ve her geçen gün saygınlığı artan Montessori yöntemini daha yakından tanımak, kendi çocuğunuzla evde yapabileceğiniz uygulama örneklerini görmek ve başka anne-babaların deneyimlerini paylaşmak için “Evde Montessori Sistemi” adlı atölye çalışmamıza hepiniz davetlisiniz.
Hilal Mutlusoy Öktem
Psikolojik Danışman, Montessori Eğitmeni


Tarih:
4 Mart 2012, Pazar.

11.00: 12.30- 1. Bölüm
12.30: 13.00- Ara
13.00: 14.30- 2. Bölüm
14.30: 15.00- Soru-Cevap

Yer:
KÜÇÜK KARA BALIK ÇOCUKEVİ
Koşuyolu Mah. Salih Omurtak Sok. No 49,

Ücret:
40 TL.
Kayıt ve Bilgi Almak İçin: info@iraztoros.com
0 216 410 21 30.

* Katılım kontenjanla sınırlıdır.Katılmak isteyenlerin ödeme ile kayıt yaptırmasi gerekmektedir.

Hilal Mutlusoy Öktem, Psikolojik Danışman, Montessori Eğitimcisi
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Rehberlik Psikolojik Danısmanlık bölümünden 1998 yılında mezun olduktan sonra 1999 – 2003 yılları arasında TED Aliağa Koleji İlköğretim Okulu‘nda Psikolojik Danışmanlık yaptı. 2003 – 2008 yılları arasında Amerika Birlesik Devletleri’nde bulundu. Bu sırada Uluslararası Montessori Birliği’nden 3 - 6 yaş Montessori Öğretmenliği ve Okul Direktörlüğü Sertifikası aldı. 2004– 2008 yılları arasında Seattle’da bulunan Montessori Plus Preschool’da çalıştı. Halen yöneticisi olduğu Binbir Çiçek Çocuklar Evi’nde çalışmalarını sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk annesidir.

Thursday, February 16, 2012

NURTURE SHOCK 3- Bebeklerde Konuşma!

Evet, bu kitap yine çok farklı bir yerden girmiş. Bu kitabı gerçekten mümkünse bulun ve okuyun. Hem okuması çok kolay, akıcı hem de çok ilginç. Bu sefer konu çocukların konuşması.

Birçok kitapta, bebekle doğar doğmaz hatta daha önceden konuşmamızı söylüyor. Ben bunu çok yaptım. Biraz da genetik belki ama Alp epey erken başladı anlamlı kelimeler söylemeye.

Yapılan araştırmalar göstermiş ki, bebeğe durup dururken konuşmaktan çok, bebek sesler çıkardıkça konuşmak büyük far yaratıyormus! Yani bebek en ufak bir ses çıkarttığında gidip onunla konuşursanız, ona giden sinyal "evet, ses çıkartınca birşeyler oluyor, ilgi görüyorum" oluyormuş.

Hatta bir araştırma var, 10 dakikanın bile nasıl fark ettiğini gösteriyor:
Bir anne ve bebeği (1 yas altı) odaya giriyor. Bebekte bir mikrofon var annede ise kulaklık. Anneye diyorlar ki, sana kulaklıktan talimat verince, git bebeğine sarıl, birşeyler söyle. Bebek her ses çıkarttığında bu ses odanın dısındakilere gidiyor, onlar da anneye hadi sarıl diyorlar. Bu 10 dakika devam ediyor. Sonra yapılan ölçümlerde bu 10 dakikanın bile müthiş fark ettiğini görüyorlar.

Bir de konuşmayı negatif olarak etkileyen birşeyden bahsetmişler. Bebek eline birşey alıyor, anlaşılmaz bir kelime söylüyor. Diyelim ki elinde kaşık var ama biberon gibi bir ses çıkartıyor. Siz yorum yapıp "biberon mu" diyorsunuz. Böylece çocuk kaşık objesini biberon olarak öğreniyor. Bu ileride ki kelime öğrenmesini çok olumsuz etkiliyormuş.

Bir başka konu da, çok hırs yapıp 24 saat bebek her hık yaptığında başında bitmemek. Biraz kendi kendine kalıp, rahatlaması da gerekiyormuş. Yoksa çok çok yorulurmuş, biraz kendi kendine kalıp sakinleşmesi ve öğrendiklerini proses etmesi gerekiyormuş. Tıpkı büyükler gibi!

Sunday, January 29, 2012

NURTURE SHOCK 2- Sen benim akıllı çocuğumsun! Çok akıllısın!

NURTURE SHOCK kitabına devam ediyoruz. Konumuz çocuğun aklını övme:

Bu sözleri hepimiz zaman zaman söylüyoruzdur. Çocuklar bizi bazen o kadar şaşırtıyorlar ki, biz şaşkınlığımızı genelde böyle dile getiriyoruz. Bu sadece bize has bir durum değil, bütün dünyada böyle.
Özellikle ABD'de, 1960'lardan beri, çocukların özgüvenleri gelişsin diye, onların çok sık övülmeleri gerektiği dile getirilmiş. Bu öylesine boyutlara gelmiş ki, çocuk ne yaparsa yapsın artık herkes aferin diyor, ortada övülecek birşey olmasa bile.
Aslında olayın 2 boyutu var:


1- Kitapta bahsedilen, çocuğun aklını övme meselesi. Bunu yapmamak gerekiyor, bu konuda birçok araştırma var, sonuçlarını yazacağım.

2- Bu ise biraz daha ileri bir adım, Montessori yaklaşımı: Çocuğu ne övün, ne cezalandırın. Gerçekten zor bir metod. Eğitimini almadıysanız imkansıza yakın. Ben de almadım, okuldan beslenmeye çalışıyorum bu konuda.

Ben kitabı anlattığım için size AKLI ÖVME konusunu yazacağım.
Çocuğunuz isterse dăhi olsun, sakın çok akıllısın, aklına bayılırım, en akıllısın gibi laflar kullanmayın. Bu durum, testler göstermiş ki, çocuğun kendi "zekasını tehlikeye atacak", yani başarısız olacak durumlardan kaçmasına neden olup, olduğu yerde kalmasına sebep oluyormuş.

Birkaç örnek:
Çocukları 2 gruba ayırmışlar. Test yapmışlar. 1.gruba testten sonra ne kadar akıllı oldukları tek tek söylenmiş. 2.gruba ise test üstünde ne kadar efor sarfettikleri, ne kadar iyi çalıştıkları söylenmiş. 1.grup akılları için övülüyor, 2.grup ise eforları için.

Sonra onlara 2 seçenek sunulmuş: Ya aynı 1.test zorluğunda bir sınav olacaklar ya da çok daha zor bir sınav olacaklar. 1.gruptaki öğrencilerin %95'i aynı zorlukta testi tercih ederken (rezil olma korkusu diyelim) 2.grubun büyük çoğunluğu daha zor testi tercih etmiş.

Yine 2 grup test yapılmış. 1.grup yine zekaları için övülürken, 2.grup eforları için övülmüşler. 2.test için ara verildiğinde, isterlerse test için çalışabilecekleri, isterlerse diğer öğrencilere göre hangi seviyede olduklarını öğrenebilecekleri söylenmiş. Övülen grup direkt olarak sıralamaya bakarken, 2.grup çalışmayı tercih etmiş!

Devam ediyorum: Bir de etnik bir ayırım yapmışlar. Amerikalılar ve Çinliler seçilmiş. Zor bir test yapılmış. Sonra annelere çocukları ile konuşmaları söylenmiş. Amerikalı anneler çocuklarına "sen çok akıllısın, yaparsın" derken, Çinli anneler "biraz daha dikkatini topla, biraz daha gayret et"gibi laflar söylemişler. Çinli çocuklar 2.sınavda performanslarını %30 arttırırken, Amerikalı çocuklarda bir artış görülmemiş. Üstelik Çinli anneler de gayet sevecen ve güler yüzlü davranıp, çocuklarını öpüp koklamışlar, yani bir despotluk kesinlikle yok.

Daha başka çalışmalar da var kitapta, ben birkaç tanesini yazdım. Araştırmacılar, ne olursa olsun, çocuğun değiştiremeyeceği şeyi değil (yani aklı), değiştirebileceği şeyleri övmeyi öneriyorlar. (eforu gibi)

Hazırlık okurken, Amerikalı bir resim hocamız vardı. Ben de resim yapamazdım, bu konuda hiç kabiliyetim yoktur. Ama bu hoca bana devamlı 10 verirdi. Anneme veli toplantısında açıklamıştı: çok gayret ediyordum, İngilizce konuşmaya uğraşıyordum. Zaten hazırlık senesinde amacımız İngilizce öğrenmek değil miydi? Ben de bu motivasyonla daha da gayret içine giriyordum.

Olayın Montessori tarafına bakarsak, aslında altında aynı kaygı yatıyor: Çocukları översek, kendileri için değil, övgüleri almak için iş yaparlar. Ya da başarısızlıktan korkarak yapmazlar. Çocuğunuz bir resim çizdi, büyük bir heves içinde getirdi, biz alkışlamak ve abartılı övgüler sunmak yerine, evet, resim yapmayı ne kadar seviyorsun, veya ben de bayılırım resim yapmaya, veya ne yaptın sen burada gibi daha "cool" ifadelerde bulunmamız gerekiyor. Kolay değil ama yapmak için elimden geleni de yapıyorum. Tabii etrafa engel olamıyorum, ama o kadarı da olur artık!

Saturday, January 28, 2012

Uykunun önemi, bir kez daha...




Ne zamandır uyku ile ilgili birşey yazmıyordum. Heyecanlı birşey olsun da yazayım diye beklerken, NURTURE SHOCK kitabını okudum. Kitap çok güzel yazılmış, çok ilginç araştırmalardan bahsediyor. Uyku kısmı o kadar ilginç ki paylaşmak istedim.

Uyku ve Obezite ve TV:
Senelerdir, TV basında geçirilen zaman yüzünden obezitenin gençlerde arttığı söylendi, yazıldı. Çok da mantıklıydı değil mi, ne de olsa artık çocuklar da gençler de bizim zamanımızdaki kadar koşmuyorlar, bahçede vakit geçirmiyorlar.
Bazı uzmanlar, bu konuda yapılan çalışmaları yeteri kadar bilimsel bulmamışlar. Bu yüzden daha bilimsel araştırmalar yapmışlar.
Sonuç gerçekten şaşırtıcı: OBEZ ÇOCUKLAR ve NORMAL KİLOLULAR TV KARŞISINDA EŞİT MİKTARDA VAKİT GEÇİRİYORLARMIŞ!!
Okullarda menü değişikliğine gidilen yerlerde de çocukların kilo konusunda çok da kayde değer değişiklikler bulamamışlar.
Ama sıkı durun: OBEZ ÇOCUKLAR, NORMAL KİLOLULARA GÖRE ORTALAMA 1 SAAT DAHA AZ UYUYORMUŞ! Evet, gazetelerin flash haberleri gibi yazdım ama gerçekten ilginç bu bulgular. Vee günümüz çocukları ve gençleri, 30 sene öncesine göre (benim çocukluğum zamanları,41 yaşındayım) ortalama 1 saat az uyuyorlarmış. Çünkü güzel uyuduğunuz zaman metobolizmayı çalıştıran hormonlar ve açlık hissini bastıran hormonlar devreye giriyormuş. Buyrun buradan yakın! Bunun da üstüne uykusuz cocukların enerjisi de düştüğü için daha az hareket ediyorlar ve tabii daha az kalori harcıyorlarmış.
TV bu açıdan temize çıktı. (Başka açılardan hala karşıyım o ayrı mesele:))

Uyku ve Öğrenme:
Bu konuda o kadar çok çalışma var ki, bunu zaten birçok insan biliyor. Fakat asıl bir konu var ki bu ilginç:
Çocuklarda, uykunun slow wave stage dedikleri kısmı, ki bu öğrenmenin pekiştiği zaman, uykularının %40'ını oluştururken, biz yetişkinlerde bu ancak %4. Uykunun azlığı, çocuğun öğrenmesini de böylece direkt etkiliyor.
Bir test yapıyorlar. Deneklerin yarısına 1 saat erken yatmalarını, yarısına da geç yatmalarını söylüyorlar. Ertesi gün onlara çeşitli testler yapıyorlar. Erken yatanların skorları, geç yatanlara göre şaşırtıcı oranda yüksek.

Çok Erken Kalkma:
Kitap ABD'de yazıldığı için, oradaki okulların durumu ele alınmış ama İstanbul'da da durum çok farklı değil! Çocukların okulları genelde 7:30 gibi başlıyormuş. Bunun sebebi ögretmenler trafik olmadan gelsin, servis büyükleri bir posta toplasın, sonra da küçükleri toplasın, sporcular okuldan sonra faaliyet yapabilsin gibi sebeplermiş. Ancak bu tempo için 6 gibi kalkmak zorunda kalan çocukların slow wave sleep'leri bozuluyor, totalde de %40'lık verimi alamıyorlarmış. Bir de saat kurup kalktıklarında, onların melatonini hala salgılanmaya devam ettiği için, çoğu çocuk ilk dersi hiç algılayamadığı gibi, uykuya bile dalıyormuş! Bu çalışmaları duyan birkaç tane okul, okul başlama saatini 1 saat ileri atmışlar. Netice mucizevi: Çocukların birden notları yükselmiş, SAT skorları (oradaki üniversite sınavı gibi birşey diyelim) inanılmaz gelişmiş. Sadece 1 saat daha fazla uyutarak!
(Buradan hemen kendime not çıkartıyorum: Alp için eve yakın bir okul bakılması daha da önem kazandı!)

Uyku ve Depresyon:
Yine günümüz gençlerinde çok yaygın olarak ilgisizlik, iniş çıkışlı duygulara fazlasıyla sahip olma, depresyon da yine totalda 1 saat az uyku uyumaktan geçiyormuş. Sizin de başınıza gelmiştir, uykusuzken insanın aklına nedense kötü şeyler gelir. Hiç oturup mutlu şeyler düşünülmez. Nedenini yine bu kitapta öğrendim: Olumsuz uyaranlar beynin amigdala bölgesinde proses edilirken, olumlu uyaranlar hipokampus böylesinde proses edilirmiş. Uykusuzluk hipokampusu çok kötü etkiliyormuş. Bu yüzden uykusuzluk hep negatif hatıraları, olayları yaşatıyormuş...

Bu arada bu kitabın birçok bölümü var, hepsi birbirinden ilginç. Ama ben öncelikle uykuyu yazmak istedim. Bir diğer yazımı da zaten Montessori'nin de hiç önermediği çocuğu habire övme durumu var ki onu başka yazımda yazacağım.