Friday, December 24, 2010

Bir tane daha, son, söz..

Uykudan önce faslı. Eskiden ne kadar kolaydı, rutini izler, yatağa koyar, öper ve çıkardık. Hemen uyurdu Alp. Ama artık herşey değişti. Bütün arkadaşlarımdan duymuş olduğum uyumamak icin direnme bizde de baş gösterdi. Alp yatmamak için müthiş direnç gösteriyor. Yatınca da başlıyor hikayelere. Onu da anlat, bunu da anlat... Ama bildiğimiz masallar değil asla, nedense onlarla hiç ilgilenmiyor. Bana vinç anlat, uzay mekiği anlat, kamyon anlat gibi şeyler. Ben çareyi limit koymakta buldum. Sana 3 tane anlatacağım diyorum. Her seferinde kaçıncıda olduğumu belirtip, en sonuncuda "son-başka yok" diyorum. Bu Alp'i kesiyor mu?? Yooo, hayır. Benimle beraber her ne kadar SON dese de, anne bir daha diye başlıyor. Kararlı olunca kısa sürede alıştı duruma. Ama her seferinde şansını deniyor. Hatta babayı, Selda'yı da deniyor, ayrı ayrı. Kararlı olmak gerçekten önemli. Selda'yı bu konuda tamamen devre dışı bıraktım, çünkü Alp onu çok "sömürüyor" Biz daha kararlı olabiliyoruz.

Daha önce çok okuduğum saat kurma işini yapmaya başladım. Mucize gibi yarıyor. Herşeyde de yapıyoruz. Sokaktan eve mi girmiyor, hemen saat kuruyoruz. Banyoya mı girmiyor, hemen saat. Artık kendisi yapmaya başladı. Bunu ters olarak da kullanıyor: eve gelenlerin gitmesinden hiç hoşlanmıyor. Gitmesinler diye, size saat kuruyorum diyor, saati kuruyor. Digital olduğu için, en son ne varsa o kurulmus oluyor. Genelde 5 dakikaya ayarlı. Çalmadan kimse evden gidemiyor. "Anne bana saat kur" en popüler cümlemiz bu ara. Ne zaman mı diyor, birşeyi yarıda bırakmak istemediği zaman. Deneyin, faydasını göreceksiniz...

Okulumuzdan Fotoğraflar












Ne zamandır gerekiyordu. Basın için hep isteniyor. Kerim gönüllü olarak bu işe soyununca, beraber gittik fotoğraf çekmeye. Çocukların çoğunun uyuduğu saati seçtik. Böylece heyecan en aza inecekti. Çok fotoğraf var ama diğer velilerden izin almadan koymak istemediğim için sadece Alp'in fotoğraflarını koyuyorum. Bu satırlardan sonra birkaç arkadaşımdan izin istedim, izinler geldikçe diğer fotoğrafları da ekliyorum:




Wednesday, December 22, 2010

2 yaşında anaokuluna göndermek...

Bu hep tartışılan bir konudur. 2 yaş çok erken mi? Ben açıkçası öyle düşünmüyorum ama yine de çocuğa da bağlı. Çok utangaç çocuklar için, evet erken olabilir. Ben evde hangi bakıcı olursa olsun, okulda alacağı eğitimi evde alamayacağını düşünenlerdenim. Günümüz çocukları çok uyanık, sanki herşeyi bilip de gelmişler. Evde oyalamak ciddi zorlaşıyor. Bu yüzden ben de verdim okula. Çok da memnunum. Amaaaa...

Bir de hastalıklar konusu var. Siz ne yapmış olursanız olun, 2 yaşında okula başlayan çocuklar çok sık hastalanıyorlar. Bunu bizim okulda çok net gördük. Çocuklardan ilk kez okula gelen ve 2 yaş civarı olanlar, çok ama çok sık hastalanıyorlar. Buna hazırlıklı olmak lazım.

Ben ki, oğlumu bahçelerde, toprakta emekleyerek büyüttüm. Toprakları, yaprakları yuttu, birşey demedim. Evde temizliği azalttım, abartılı temizleme malzemelerini yok ettim. Hepsini bağışıklık sistemi kuvvetlensin diye yaptım. Ama gördüm ki, bu yeni virüslerden kaçış yokmuş.
Herkes bunu söylüyor. Bu sene çok sık hastalanır, sonraki sene olmaz. O yüzden çocuğu okula verirken bakıcıyı işten çıkartmayın, okula gittiğinden daha fazla evde oluyor!

Okulumuzdan öğrendiğimiz değerli bilgiler...

Geçtiğimiz Pazar, "Çocuğum Okulda Ne öğreniyor" toplantılarının 2.si yapıldı. Emel Hanım bize Montessori materyallerinin ne işe yaradığını anlattı uzun uzun. Toplantı sınıfta, materyallerin içinde yapıldı. Çok hoş bilgiler öğrendik, bazılarını paylaşmak istiyorum.

1- Çocuğun okulda, yazı yazarken, sırtının kolunun ağrımasının sebebi, artık zamanımızda, çocuklara hiçbirşey yaptırmamakmış.Yani onlara tabak, bardak taşıtmıyoruz, onu yapma kırılır, düşer dediğimiz için kol kasları güçlenmiyor. Bu yüzden yazmaktan nefret eden bir nesil yetişiyor. Kaslarını mutlaka çalıştırmak lazım.

2- Zamanından önce çocuğun eline kalem vermek de hataymış. Yazı yazmak için gereken kaslar değil, yanlış kaslar gelişirmiş. (Kalemi yanlış tuttuğu için.) İyisi mi elleri tam gelişene kadar eline kalem vermemek, sulu boya vermekmiş. Hele yazması kolay olan keçeli kalemi asla vermeyin. Verecekseniz kuru kalem olsun ki biraz çaba sarfetsin, minik kaslar çalışsın.

3- Okullarda beyaz mendiller var. Üstlerinde kırmızı çizgileri olan. Ne işe yarar diye merak ederdim. Meğer kırmızı çizgilerinden onları katlarlarmıs. Katladıkça geometrik çeşitli şekillerin çıkması bir yana, yine yazmak için gerekli olan kaslar gelişirmiş. O yüzden evde çocuklara bol bol çamaşır katlatın dediler.

4- Bildiğimiz paket lastiğini alıp, gerdirerek bir düzeneğe geçiriyorlar. Bu da üç parmağı kullanıp, yine kalem tutması için gerekli yetiyi geliştiriyormuş. Aynı zamanda düğme açması için gerekli. Bunu da evde yapabilirsiniz.

5- Çocuk istemediğiniz birşey yaparsa, "Bunu istemiyorum" demek en iyi çözümmüş. Diyelim ki canınız acıdı, ağlama taklidi yapmayın. Çocuk gereksiz bir suçluluk duygusu duyacak. Empati ancak 3.yaşta gelişen birşey. Neden ömür boyu üstünde birikecek olan suçlıuluk duygusunu taşısın ki? Bunun yerine sert ve ciddi olarak söyleyeceğiniz bu cümle daha etkili. Gerçekten de işe yarıyor.

6- Evde mutlaka sofra hazırlamanıza yardımcı olsun. Bunu zaten okulda yapıyorlar, çok da hoşlarına gidiyor:)

7- Okulda minik bir ütü masası ve seyahat ütüsü var. Onu iyice ılık ayara getiriyorlar sonra da ütü yapıyorlar. Bunu evde de yapmak mümkün. Bugüne kadar hiçbir kaza olmamış, demek herkes dikkatli davranırsa ütü bile yapabilirler. (Alp'in 29 aylık olduğunu hatırlatayım!)

8- Çocuğa asla abartılı aferinler olmayacak. Yoksa çocuk bu aferinler için yaşamaya başlıyor. Abartılı övgü ya da yergi yok. Mümkün olduğunca nötr olunacak.

9- Çocukla 24 saat ilgilenmek hata. Zira çocuk kendi kendini oyalayamazsa, ileride yardımsız ödev yapamayan, hatta hiçbirşey yapamayan bir çocuk modeli gelişiyor. Günümüzde bütün anne babaların sıkıntısı bu konu. Bırakın biraz kendisi de birşeyler yapsın. Eğer çok alıştıysa buna itiraz edecektir ama bunu yavas yavas kırmak mümkün. Deneyin, pişman olmazsınız.


Okulumuzda olan harika bir uygulama var, zaten Montessori'nin içinde olan birşey bu:
Her çocuk için ayrı program çıkartılıyor. Böylece hangi çocuk, ne konuda eksikse, o konuda çalışıyor. Günümüz okullarında, daha başından kağıt imzalatılıyor: "Çocuğum başarısız olursa, okuldan alacağım" diye. Büyük konuşmamak lazım, kimbilir, belki biz de imzalayacağız ilerideki serüvenlerde bunları ama en azından bu okulda değil!! Çocuğum bir at yarışında gibi hissetmeden, harika bir şekilde çıkacak merdivenlerden. Umarım Montessori sistemi yaygınlaşır heryerde!

Friday, December 10, 2010

Alp 1 - Antibiyotik 1

Alp'in krup macerası uzun sürünce, başka türlü öksürmeler çıkınca, burnu akınca doktoru acaba antibiyotik mi başlasak demiş, ben çok üzülmüştüm. İnat edip doktor doktor gezip, vermemiştim. O durumda skor 1-0 idi:)

Ancak geçtiğimiz Pazar, Alp birden feci ateşlendi. 39.9. Panik olmadık, alışığız cocuklarda bu yüksek ateşlere. Bekledim. Ertesi günü okulu aradım, Alp gelmeyecek dedim. Müdürümüz Deniz'den öğrendim ki, 30 kişiden sadece 8 kişi okuldaymış! Birkaç arkadaşımı aradım, herkes benzer şikayetler içinde. Onlarınki daha önce başlamış. Ortak özellik düşmeyen ateş, bir hırıltı, burun akıntısı. Yine o arkadaşlarım, farklı doktorlara gidiyorlar, ortak teşhis almışlar ve antibiyotiğe başlamışlar.

Ben yine de başka birşey olmasını çok isteyerek önce 3 gecenin dolmasını bekledim. İlginç olan, ateş kesici sadece 38.5'a düşürüyor. Ne inat, ne inat. Oldu 3.gece. Doktoruna götürdüm, göğüse inmemiş ama tablo iyi değil dedi. Beni yarın tekrar ara, karar verelim dedi.

Geçen ay gittiğim Hülya doktorun dediklerini yapacak cesaretim yok. Alp ağrıza duruma geçmiş bile, ben bu çocuğu nasıl aç bırakabilirim? Dolayısıyla o seçenek listeden çıktı. Ama yine de birazcık olsun uygulamaya çalıştım. Zaten doğa da devrede, Alp iştahsız, birşey yemek istemiyor. Ama istedi mi de, yasakları istiyor. Meyve, bulgur, süt...

Bir silahım da homeopatımız Sibel Hanım. Ama şansa bakın, o da yok, seyahatte.

5.gece de 39.9 ateş olunca, Alp perişanları oynayınca, karı koca kafa kafaya verdik, yok artık dedik ve üzülerek Alp'in ilk antibiyotiğini verdik. Birtek şuna hayıflandım: doktora sormak aklıma gelmedi, acaba verdiği eski nesil ilaç mıydı? Öyle olursa daha iyi, vücut hiçbirini bilmediği için hiç olmazsa eskilerden başlamak mantıklı geliyor ama sadece düz mantık kuruyorum. Ne yazık ki bu soru ilacı 2 kez kullandıktan sonra geldi aklıma. Durumunu anlatmak için tekrar doktorumuzu aradığımda bu konuyu soracağım. (Bilmeyenler için: antibiyotikler 1.nesil, 2.nesil, 3.nesil diye gidiyor.)

Bugün 6.gece, 3 doz antibiyotik almış oldu. Birkere başladınız mı bitirmek lazım, yoksa bir dahaki kullanımda antibiyotik etkisiz kalıyor. Buna çok dikkat etmek gerekiyor. Bu yüzden 10 gün kullanılacak. Benim kadar takık birkaç anne ile dertleşiyoruz, herkes kan ağlıyor. Benim hedefim 5 yasına kadar hiç kullanmamaktı, olmadı. İlaç sektörüne yakınlığım, benim bu ilaç konularına daha hassas olmama sebep veriyor maalesef:(

Bu arada okulun mevcut sayısı artmış ama hala eskisi kadar değil.

Friday, November 19, 2010

Anıtkabir


Kurban Bayramı, 1.gün, sabah 9:30. Biz kendimizi Anıtkabir'de bulduk. Kimse yok. Çok müthiş bir huzur var. Hiç böyle görmemiştim orayı.
Alp muhtelif heykellerden ve şehir içindeki fotoğraflardan dolayı Atatürk'ü ismen biliyor. Anıtkabir'e giderken de, 'Atatürk'ün evine' gidiyoruz dedik. 2 yaşındaki çocuğa mezar, anıt anlatmak imkansız tabii! Neyse Alp gayet mutlu gitti oraya. Kocaman meydanda nasıl mutluydu, anlatamam. Sonra mozole kısmına geldik. Nerede diye sordu. Burada uyuyor dedik. Ben görmek istiyorum diye tutturdu! İmkansız, uyuyor diyerek kıvırmaya çalıştık ama Alp basladı ağlamaya: kapısini çalalım, ben Atatürk'ü istiyoruuum diye. Nasıl bir ağlama, heryer sessiz, bacak kadar çocuk 'Atatürk'ü istiyorum' diye ağlıyor. Bize gülme geldi. Babası zaten kamera ile yapışık yaşadığı için bu anı videoya çekmek hiç zor olmadı. Çok ironik bir durum çıktı ortaya. Hikayenin başını bilmeyen birkaç eş-dost, videoyu görünce göz yaşları içinde beni aradılar. Mail olarak sağa sola göndermek isteyenleri kibarca reddettiim çünkü böyle bir videonun you tube'a düşmesini gerçekten istemem.
Alp'i ikna ettikten sonra, AOÇ'yi tekrar denemek üzere oradan ayrıldık.

Ataturk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi

Çok az vaktimiz var, Kapadokya'ya doğru yola çıkacağız. Bari AOÇ'nin hayvanat bahçesine gidelim dedik. Çocukluğumdan hatırlarım, kocaman bir yer. Web sitesine baktık, 365 gün açığız diyor. Saat 8:30-17:00 arası. Biz yine de güvenemedik, bir de telefon ettik. Ne de olsa bayram. Santraldaki görevli açığız dedi. Saat 9:15 gibi oradaydık. O da ne, gişeler kapalı!! Güvenliğe kızdık, (tek kızabileceğimiz onlardı), web- tel, heryerden bilgi aldık, nasıl kapalı olur dedik. Bayramda böyleymiş!! Santral icerideymis, onların haberi yokmus! Skandal! Bize 10'da gelin dediler. Anıtkabir'i gezip gittik, 10:30'da tekrar kapıdaydık. O da ne? Hala kapalı! Bu sefer kapıda kuyruk. Yine aynı görevlileri bulduk: saat degişmiş, 11:00'de açılacakmış, yarım saat bekleyecekmişiz. Epey şarladık ama yapacak şey yok, Alp ile öyle bekleyemezdik, aynen yola devam ettik. Ey AOÇ Müdürü, duy sesimi!! Bayram tatili sizin de hakkınız ama bir zahmet web sitenizi güncelleyin. Santrala çıkan kapalıyız desin. Hatta çıkmasın, bu bile daha iyi...

Wednesday, November 17, 2010

Alp ile uzun araba yolculugu

Alp su anda 27 aylık. Hiç uzun yola gitmedik arabayla. Sonunda denemeye karar verdik. Hedef Kapadokya. Ama önce Ankara'ya ugrayıp yolu ikiye bölelim dedik. Saat 12 gibi İstanbul'dan yola çıktık. Yolda sadece 1 kez durduk. Alp hic sorun çıkarmadı. Hatta bir çanta dolusu eşyası vardı. Hemen hemen hiçbirini kullanmadık. Hatta yolda bizi o kadar eğlendirdi ki, artık heryere arabayla gidebiliriz. Ankara'da bir gece kaldık, sabah da minik bir program sığdırdık, o bir daha ki yazıya..

Friday, November 12, 2010

Küçük Kara Balık Çocuk Evi


Okulumuzun ismi ve logosu artık belli. Daha önce birkaç isim üstünde durduk ama ruhsat aşamasında problemler çıktı. Bu yüzden biraz gecikti. Artık ismimiz Küçük Kara Balık Çocuk Evi.
İsmini ise meşhur çocuk kitabından alıyor. Biz küçükken okutulurdu: Sürüden ayrı duran, herkesten farklı hareket eden bir balığın hikayesidir bu. Biz de kendimizi aynen öyle hissediyoruz:)
Web sitemiz de buna göre değişti. http://www.kucukkarabalikcocukevi.com oldu. Eski siteden içeriğin taşınması biraz vakit alacak sanırım zira çok dolu bir site olmuştu. Eski sitemizi yine hatırlatayım: www.montessori.org.tr
Yeni bir logomuz da var. Bize gönülden destek olan, okulumuzun bir velisi bile olmayan çok sevgili arkadaşımız Sevengül Senbir'e (Potikare Ajans) çok teşekkür ederiz.

Thursday, November 11, 2010

Hastayken sırf sebze yiyecektik ya...

İşte o konuda 2 günde pes ettim, kısmen daha doğrusu. Alp'e iki gündür sadece sebze vermeye calısıyordum. Pişmiş sebzeleri reddetti, ben de salatalık-biber verdim. Ama galiba hazımsızlık yaptı, dün gece ağladı durdu. Karnım ağrıyor dedi. Sabah ilk defa yumurta diye agladığını duydum. Alp'in yumurta istediği görülmemiştir. Açlıkla terbiye böyle birşey mi acaba? Sonunda ben de pes edip yumurta yemesine, ekmek yemesine izin verdim. Seda cabuk pes ettiğimi düşünüyor ama hiç olmazsa et,süt, meyve vermeyeceğimi düşünerek içimi rahatlatıyorum. Küçücük çocuğa rejim nasıl zor birşeymiş? Çocuğu hiper alerjik olanlara bol sabır diliyorum. Benim gözümde onlar artık birer evliya!

Wednesday, November 10, 2010

Aykırı ve radikal bir doktor: Dr.Hülya Sonugür

Bugün, arkadaşım Seda'dan defalarca dinlediğim ama karşıda olduğu için bir türlü gidemediğim Dr. Hülya Sonugür'e gittim. Beni oraya kadar götüren ise, Alp'in son zamanlarda sık hasta olması ve bir türlü iyileşememesi, kendi doktorunun antibiyotik önermesi oldu. Bunca zaman kullanmadık, şimdi hafif geçen bir hastalık için kullanmak çok zor geldi, aldım ama kullanmadım. Hastalık krupla başladı sonra bildiğiniz gribe döndü. Gayet müzmin bir durumu var.
Hülya Hn'ı aradım, bu hafta cok doluyuz dediler. Yeni hastalara özellikle cok vakit ayırıyor, sizi sıkıştırmak istemeyiz dediler. Rica ettim, Hülya Hn'ın sizi aramasını sağlayacağız dediler. Veee çat diye aradı Hülya Hanım, gerçekten çok sevindim. Beni tanımıyor bile! Normalde bunu yapacak doktor yok gibi birşey artık.
Bana telefonda en azından 20 dakika bilgiler verdi. Bu bile beni bitirdi. Nasıl bir doktor bu acaba dedim kendi kendime. Alp'in boğazının kızardığını, doktorunun antibiyotik yazdığını ama başlamadığımı söyledim. Bana direkt olarak şunu dedi: "Antibiyotik sadece streptokok bakterisi için verilir. Bunun için de strep a testi yapılır. Gidin hemen yaptırın, sonuc derhal cıkıyor" dedi.
İlk iş olarak, Alp'in sebze haricinde bütün gıdalarını kesin dedi. Ekmek, süt, meyve, tahıl, aklınıza ne geliyorsa. Gerekirse aç kalsın, hatta daha da iyi dedi. Vücudun enerjisini hazım için degil, iyileşmek için kullanması lazım dedi. (Bu arada ben kara kara düşünüyorum, meyve ve bulgur müptelası Alp nasıl ikna edilir diye) Ekstra verdiğiniz bütün ilaç-vitamin ne varsa kesin, atın dedi. Siz gelince daha detaylı görüşürüz dedi.
Evde ilk iş doktorun söyledigi maddeleri yok etmek oldu. Alp hasta olduğu için zaten iştahı yoktu, ama meyve biraz zor oldu açıkçası. Ne zaman birşey istese, eline organik pazardan alınmıs salatalık ve kapya biberi verdim. İdare ettik. Mutfaktan ekmek aşırmış, evet resmen aşırmış, ona birşey demedim artık. Burada en önemlisi et-süt-şeker (meyveden dahi olsa). Ben de bunları kesmiş oluyorum, bir ekmek eksik kalsın dedim. Ertesi günü sekreter beni aradı ve bana randevu verdi. İnanılmaz sevindim. Atladım, gittim.
Muayenehaneye girince çok sevindim. Birincisi galoş stresi yoktu. Demek doktor bunu önemsemiyor hatta destekliyordu. Bu aynı benim yaklaşımım! İkincisi bu kadar aykırı doktorun muayenehanesinde oyuncak da olmaz sanıyordum, halbuki hiçbir doktorda olmadığı kadar çeşit oyuncak vardı. Alp hemen daldı oraya. Bu arada Montessori'den ögrendiği, izin isteme olayını da hemen uygulamaya koyduğunu gördüm. Bir çocuk elinden oyuncak almaya kalktı, bizimki tersledi: "Ama sen benden izin istemedin" diye. Çok güldüm...
Sonra Hülya Hanım beni çağırdı. Biz sizinle uzun uzun konusacagız, Alp orada kalabilir dedi. Kapıyı da acık bıraktı ki isterse beni görsün diye. Ben de sandım ki, 15-20 dakika konusuruz. Tam 1.5 saat konustuk. İnanılır gibi değil. Ben daima doktora sorularımı yazarak giderim, çünkü unuturum soruları. Herşey çok hızlı gelişir. Eve gelince yine de sormadığım sorular olduğunu hatırlarım. Hülya Hanım ise önce kendinden bahsetti. Ben "anarşist ve aykırı" bir doktorum dedi. İlaç sektörüne savaş açmış durumda. Gıda sanayisine de. PAketli, reklamı yapılan hiçbirşeyi yemeyin diyor. Bu anlamda "Food Inc" belgeseline paralel şeyler anlatıyor. Çocuğa sakın sakın süt içirmeyin diyor. (2 yas sonrası-o yasa kadar da emzirdiğini varsayıyor)
Yoğurdu destekliyor ama evde yapılması kaydıyla. Sütçi Aysun'u da destekliyor. Ama yoğurdu da kıvamında yesin diyor. Makarna yemesin, gerek yok. Bulguru az yesin. Ama besin maddesi mutlaka sebze olsun. Peynire falan da gerek yok. Asıl kalsiyum sebzeden gelsin diyor. ŞEker zaten yok, meyveden gelen şeker de fena, az yesin. Masaya sizinle otursun, ona özel yemek olmasın. Yerse yesin, yemezse kalksın. Şişmanlık fena. Bizimkinin kilosu %25, boyu %75'de cıktı. Yani zayıf ama uzunca. O da tam olarak bunu istiyormuş. Ara öğünü kaldırın, alışmasın. Kendiniz de yemeyin dedi. Omega 3 veriyorum dedim, verme dedi. Balık hiç yemese de olur dedi. Sünnet yaptırdıgımızı duyunca cok üzüldü, tamamen karşı. Protestan Amerikalıların çıkardığı bir eylem olduğuna inanıyor. Matah birşey olsaydı Avrupalı da olurdu diyor.
Aşılara da 0-3 yaş arası karşı ama Alp hepsini oldu zaten, ona da geçmiş olsun diyoruz maalesef.
Özellikle hasta iken, bırakın aç yaşasın dedi. O kadar radikal.
Sonra Alp'i kontrol etti. Toparlamak üzere, dediklerimi yapın, geçer merak etmeyin dedi. Bir de alerji testi istedi. Bendeki alerjik yapı ona da geçmiş gibi duruyor. Kulağında kir var, krup olmuş, sık terliyor, bu alerjik yapının işaretleri dedi. Artık bir kan testi yaptıracağız. Ben bu kadar ilgili olduğu için çok sevdim Hülya doktoru. Devam etmeyi de düşünüyorum. Zaten zırt pırt çağırmıyor. Alerji testi için görüşeceğiz, bir daha 3 yaşında gelin dedi.

NOT: Bu yazıyı yazdıktan epey sonra Hülya Hanım doktorluğu bıraktı. Kendisini düzenli ziyaret eden bir arkadaşım, Sağlık Bakanlığı'nın aşı ve ilaç karşıtı olduğu için çok baskı yaptığını söyledi, bu durumdan bunalmış. Bana çok mail geliyor, bu yüzden bu notu yazma gereğini hissettim. Bende olan cep telefonu bile kapalı. Sanırım gerçekten bıkmış, ulaşılmak istemiyor. Yine aynı arkadaşım başka doktor tavsiye edebilir misiniz diye sormuş, cevabı hayır. Kendi yöntemleri ile çalışan birisi daha yokmuş. Genelde hep aynı sorular geldiği için açık bir şekilde yazmak zorunda hissettim kendimi.

Sunday, November 7, 2010

İlk Veli Toplantısı...

Ne kadar garip hissettik, anlatamam. Minicik bebeğimiz büyümüş, biz veli toplantısına gidiyoruz!!
Okulumuz yeni, öğrenciler yeni olunca, böyle bir toplantı şart oldu. Hepimiz toplandık gittik. Bütün veliler heyecan içindeydi. Öğretmenlerimiz genel bilgiler verdiler. Çocukların kişisel gelişimi ile ilgili bilgileri de, hepimize ayrı yazılmış mektuplar olarak verdiler. Toplantı miniklerin sınıfında, Montessori materyallerinin arasında gerçekleşti. Materyallerden birkaç örnek verdi Emel Hanım. Benim hayranlığım daha arttı bu sisteme karşı. 1 ay oldu okulumuz açılalı. Artık çoğu çocuk sırasını bekliyor. (2 yaş civarındakiler biraz daha zorlanıyor ama onlarda da ilerleme var.) Malzemelerini kendileri seçiyorlar, mutlaka topluyorlar. (Biz evde o kadar ugrastık beceremedik, demek keramet okulda ya da ögretmendeymiş). Zorla çekip almıyorlar. (Yine 2 yaşlarda bu hala devam ediyor, azalarak olsa da) Emel Hanım da söyledi, 30 ay önemli bir dönüm noktası. Daha önce yaptığı atma, çekme, paylaşmama olayları oldukça azalıyor.
Önemli bir ders daha öğrendik: Olmayacak birşey yaparsa, "Bunu yapmanı sevmedim" demek gerekiyormuş. "Bu yanlış" degil. Neye göre yanlış, bu ucu açık bir konu. Ama bunu sevmedim demek çocuğa daha net bir mesajmış. Bundan sonra biz de evde böyle yapacağız:)
Bir de evde ne tip oyuncaklar olmalı sorusuna, gösterişli olanı değil, elini kullanabileceği, fonksiyonel olanı seçin dedi. Yani kocaman bir araba değil de, bloklar, legolar olabilir olarak yorumladım kafamdan.
Hey ay bir toplantı olacak, heyecanla onu bekliyoruz. 1 ayda bu kadar çok şey değişti, bakalım daha neler değişecek?

Wednesday, October 27, 2010

Krup Hastalığı

Birkaç gündür cok hafif ateşi olan Alp, Pazar akşamı çoook garip seslerle uyandı. Hem cok derin soluyor hem de köpek havlamasına benzer sesler çıkartıyordu. Daha önce bir arkadaşımın başına geldiği ve bana çok iyi tarif ettiği için, hemen krupla ilişki kurdum kafamdan. (Giırtlak-ses tellerinde olan iltihaplanma.) İnternetten belirtilerini okudum, birebir aynıydı:
- Çocuk sağlam yatar, korkunç seslerle uyanır,
- Köpek havlaması gibi sesler çıkartır,
- Önceden hafif ateş olabilir,
- Ses çatallaşmıştır.

Bunların hepsi bizim için geçerliydi. Alp çok fena ağlamasa daha sakin olabilirdim ama anlatılmaz bir ağlama içindeydi. Doktorumuzu aradım. Yurtdısında olan doktorum, bunu hiç mesele etmeyip çok ilgilendi bizimle. Anlatınca o da krup dedi. Önce soğuk havaya çıkart dedi. Soguk hava ses tellerine iyi geliyormus, şişmeyi azaltıyormus. Sakinleşmezse hastane dedi. Baktım hiç durmuyor, gece yarısı hastanede bulduk kendimizi. Bu arada bir muhakeme yapıp kafamda, en iyisinin Kadıköy Şifa olacağına karar verdim. Doğum hastanesi olduğu için 24 saat çocuk doktoru bulunduruyorlar. Çocuk doktoru bakar bakmaz teşhisi koydu:Krup. Kortizon iğnesi yapmak gerekiyor dedi. Yapmazsak ne olur diye sordum, bu tablo cok geç iyileşebilir, daha kötüye de gidebilir dedi. O yüzden kabul ettik. Arkasından inhaler ile bir nefes açıcı daha verdiler. Ventolin cinsi birşey. Arkasında da soğuk buhar. Yaklasık 1.5 saat kaldık orada. Sonra eve geldik. KAloriferleri zaten kapalıydı, iyice serinlettik odayı. Soğuk su buharını koyduk. Arkasından yoğun öksürük bekleyin dediler, aynen öyle oldu. Şimdi balgam söktürücü bir şurup ile tedavisi sürüyor. Bulaşıcı olduğu için bu hafta evde geçecek. Çok sıkıldı tabii, biz de öyle.
Kötü haber şu ki, tekrar edebilirmiş:(
İnşallah bununla atlatmış olalım.

Tuesday, October 19, 2010

Starbucks Anneleri

Bildiginiz gibi gecen hafta okulumuz acildi. Okul yeni, butun ogrenciler yeni olunca, ilk 2 gun karmasalar yasandi. En zoru, iki yas cocuklarimizin cogunun annelerinden kopmak istememeleri yuzunden aglamalari oldu. Ama cocugun iyiligi icin, anneler olarak cocugumuzu öpüp ayrildik oradan. Bizi gormeyince aglamalari daha kolay sona eriyordu. Mekan olarak, Kosuyolu'ndaki Starbucks'i sectik kendimize. Cogumuz 2 yasindaki cocuklarini yarim gun gonderdigi icin, oglene kadar orada oturuyor, erken cagirilirsak yakinda bulunmak istiyorduk. Tabii ilk haftadan hastalanan cocuklarimiz oldu, biri de Alp. İki gun gitti, uc gun hasta oldu, gitmedi. Bu Pazartesi sil bastan oldu. Okula yeni basliyormus gibi.
Aslinda Alp'in durumu biraz farkli digerlerinden. Okulun tamir isleriyle ugrasirken bizimle sikca okula geldigi icin orayi oyun alani gibi gordu. Herkese 'burayi babam tamir etti' dedi. Yani okula girerken aglamadi. Gulerek sinifina girdi. Alp digerlerinin aglamasi ya da kalabalik yuzunden rahatsiz oldu daha cok. Bugun ise gulerek girerken, bakti bir cocuk agliyor, o da basladi aglamaya! Yine optum, biraktim Alp'i. Neyse ki, kolay susuyor. Ben de Starbucks'da diger anneleri bekliyorum, kitabimi okuyorum, bloguma bu post'u gonderiyorum. Telefonla yazinca Turkce karakter sorunu oldu maalesef:(

Monday, October 11, 2010

Yarın okulun ilk günü...

Sonunda o gün geldi çattı. Bütün zorlukları aşarak, Türkiye'de pek örneğini görmediğimiz bir işi başararak, veli insiyatifli okulumuzu kurduk ve yarın açıyoruz. Biliyorsunuz, Türk milleti olarak birçok işe hevesle başlarız ama sonu gelmez. Biz bunu başardık, bununla da gurur duyuyoruz. Yarın 34 tane minik çocuğumuz Küçük Kara Balık Montessori Okulu'na başlıyor. İsmimiz bilerek seçildi, kendimizi Küçük Kara Balık gibi hissediyoruz. Akıntıya karşı kürek çektik, ezber bozduk. Çocuklarımız yaratıcı bir eğitim alacaklar, ezberler, projeler ile uğraşmayacaklar. Organik yemek yiyecekler. Bahçeyle uğraşıp, sofralarını kendileri kuracaklar, tabaklarını yıkayacaklar, ahşap materyaller ile oynayacaklar. Canları isterse uyuyacaklar.
Biz bu sisteme cok inandık, umarız daha da yaygınlaşır.

Friday, September 24, 2010

Montessori Okulumuz Kapılarını Açıyoooor!


Bu gördüğünüz Montessori okulumuzun usulüne uygun yerleştirilmiş sınıfının fotoğrafları. Bu bir mutfak, miniklerimizin boyuna göre yapılmış. Orada yedikleri yemeklerin tabaklarını yıkayacaklar. İsterlerse basit şeyler hazırlayacaklar. Hiçbirşey taklit değil, herşey gerçek. Zaten çocukların bütün derdi bu değil mi? Bizim yaptıklarımızı aynen yapabilmek. Ama hem boyutlardan dolayı, hem de bir çoğumuzun güvenlik kaygısından, bunu bir türlü yapamayız. Çocuklara cam vermeyiz, mutfağa sokmayız. Hep plastik eşyalarda yemek yedirmeye çalışırız.


Bu ise sınıfın bir diğer köşesi. Burada Hollanda'dan getirtilmiş olan materyallerin bazıları var. Pembe kule ve kahverengi basamaklara özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Zira en popüler malzemeler onlar. Tam olarak nasıl kullanıldığını ben de henüz bilmiyorum, yaşayınca göreceğiz.




Bunlar da diğer köşeler. Herşey ahşap. Çocuklar hareket etmek isterlerse onun için de köşe hazır ama bu fotografta gözükmüyor. Tırmanma haladı ve bunun gibi malzemeler sınıfın bir köşesine yerleştirildi:)














Dışarıda yani bahçede çocuklarımızın bakacağı bitkiler ve bir kum havuzu var. (Kum havuzu yapım aşamasında)

Bu arada oryantasyonlar da başladı. Biliyorsunuz, minikler anaokuluna ilk gittiklerinde çok ama çok ağlıyorlar. Bunu istemediğimiz için, çocuklarımız için 1 saat ayrılıyor. Başka çocukların olmadığı bu bir saat içinde, çocuk okulu keşfediyor. Öğretmenleri ile tanışıyor. Böylece daha rahat adapte oluyor. Alp'in oryantasyonu çok iyi gitti, çok eğlendi. Hergün okul sorup duruyor bana:)

4 Ekim'de bütün öğrenciler gidecek, heyecan içinde bekliyoruz o günü. Herkesin çok emeği var, bütün velilere tek tek teşekkür ederiz. Dileğimiz bu girişimin daha da yayılması, başka miniklerin de faydalanması elbet. Montessori ezber bozan bir eğitim sistemi, Türkiye'nin kesinlikle çok ama çok ihtiyacı var.

Emzik bırakma

Ne zamandır yazamadım yine, araya tatil girdi, iş girdi, açmakta olduğumuz Montessori Okulu işleri girdi. Bu arada Alp emziği bıraktı. Bizimki komik bir deneyim oldu, özellikle yazmak istedim.
"
Alp tam 26 aylık. Artık herşeyi kendisi deneyimlemek istiyor. Devamlı "ben" diyor. "Ben işe gidiyorum" diyorum, "ben de gidiyorum" diyor. Bunun gibi birçok örnek var.

Bu arada emziği bıraktırma konusunda geç kaldığımızı düşünüyordum. Alp gittikçe daha bağımlı hale gelmişti. Aslında sadece yatak ile kısıtlamıştık ama Alp çaktırmadan yatağından alıyor, beni görünce de olduğu yere uzanıyordu, ben yatıyorum diye! Ben ona arada bir söylüyordum, şu emziği artık bebeklere versek, ne dersin diye, o zaman da "Alp de bebek" diyordu. Yani hiç gönlü yoktu. Emzik kesmeyi de denedim ama olmadı, çok sinirlendi. Bu bozuk, öbürünü ver dedi. Babasına da "anne bunu kesmiş" dedi! Yani biz uyanık geçinirken, o daha da uyanık çıktı.

Böyle bir dönem içindeyken, 2 gün önce Alp'i salonda emzikle buldum. Dedim ki: "Alp, çok kızıyorum bu emziğe. Camdan atmak istiyorum sen böyle yapınca" dedim. O da dedi ki: "Anne, ben atiiim, ben atiim.." Vee gitti, küt diye atıverdi camdan! Valla şok geçirdik, hiç beklenmedik bir hareketti. Sonra da döndü, evdekilere anlattı, ben emmiyi camdan attım diye. Bütün gün de hatırlattık, sonra bizden istemesin diye. Şakir Abi de aldı, çöpe attı dedik. Şakir Abi çöplerimizi topluyor. Çöp kamyonu da götürdü dedik.

Tabii dedik de, uyku konusu nasıl olacak diye merak ediyoruz. Alp, hiç emzik lafını ağzına almadı. Ben ettim, ben buldum durumu içinde galiba:) Ama uykuya normalden zor daldı. Gece bir şekilde de uyudu, ağlamadı ama gece 4 gibi uyandı, bir türlü uykuya dönemedi. 1 saatlik savaştan sonra (evin icinde koşturma, cok acıktım diye tutturma, bizim yatakta taklalar atma gibi) uykuya geçebildi.

Bugün öglen de sorunsuz uyudu ama şu anda çoktan uyumuş olması gerekir, hala uyuyamıyor. Fakat yine de istemedi emzik. Çok takdir ettim oğlumu:)

Bakalım bu alışma olayı kaç gün sürecek, ben de merak ediyorum.

Thursday, August 26, 2010

Tuvalette son durum

Eveeet, nerede kalmıştık? Alp herşey iyi giderken, geceleri altına yapmaya başlamıştı. Bu olay yaklaşık 2 hafta sürdü. Sonra da başladığı gibi gitti. Ekstra birşey yapmadım. Soğukkanlı kaldım. Hiçbirşey yokmuş gibi yaptım. Gündüz olay olursa koşarak tuvalete götürdüm. Sorun geçti. Buraya yazınca birçok arkadaşımdan mail geldi. Meğer ne kadar çok kişiye olmuş bu minik geri dönüş. Belki bir keşfediş yaşıyorlar, kimbilir. Ama önemli olan geçmiş olması:)

Thursday, August 12, 2010

Tuvalet Konusuna Dönüş

Alp eğitimi tamamlayalı 2 ay oldu. Herşey çok iyi gidiyordu, taa ki bu haftaya kadar. Birden her gece, daha doğrusu sabaha karşı yatağını ıslatmaya başladı. Sıvıları biraz azalttık. Geleneksel Türk yaklaşımı, ayağını üşütmüştür lafı oldu. Klimalar hep açık olunca yerler buz gibi oluyor, olabilir. Gerçi bu ayak üşütme lafı, batı kültürlerinde yok, tamamen doğuya has bir durum. Uzak Doğu'da da var. Bizde hat safhada. Ben Alp'i denek yaptım, mümkün olduğunca çıplak yürütüyorum, evde tabii. Doktor ayak icin en saglıklısı dedi. Ama biliyorsunuz, sıcak hava üste çıkar, soğuk hava yere çöker. Böylece yerler gerçekten de soğuk. Acaba doğru mu? Yoksa Alp oyun mu yaptı? Yoksa bir süreç mi? Bakalım göreceğiz...

Saturday, July 31, 2010

Yazım Kılavuzundan Faydalı Bir Bilgi

Bugünkü yazımın bebek-çocuk konularıyla hiç ilgisi yok. Tamamen kişisel bir merakın sonucu!
Uzun zamandır kafamı meşgul eden bir konudur: Özel isimlerden sonra gelen bazı ekler ayrılır, bazıları ayrılmaz. Fakat son zamanlarda bütün ekler ayrılmaya başladı yazılarda. Artık -de ve -da'ları doğru yazan insan sayısı bir elin parmağını geçmediğine göre, bu kadar teknik bir konuda hata olması çok doğal. Elimde bir yazım kılavuzu var, gözüm gibi bakarım. Bana öyle geliyor ki, TDK'nın DOĞRU olarak çıkarttığı son kılavuzlardan biridir. Çok eski, yaprakları sararmış. Tarih 1973. Ben 3 yaşımdayken çıkmış. Oradan görev edinip bu konuya özellikle baktım özel isim konusuna. Hangi ekler ayrılır, hangisi ayrılmaz. Lisedeyken çok iyi bir Türkçe ögretmenimiz vardı. Hafızam yanıltmıyorsa, Ayşeciğim, Aliciğim gibi sevgi ekleri kesme işareti ile ayrılmazdı. Ama artık dil bilgisine güvendiğim kişilerden de ayrı gelmeye başlayınca, kendimden kuşku duyarak bu konuyu araştırdım. İşte sonuçlar:

Özel isimler, kendilerinden sonra gelen -i, -e, -de, -den, -in, -le, -ce eklerinden kesme işareti ile ayrılır: Orhan'ı, Ahmet'in, Ankara'ya gibi. Gerisi ise ayrılmıyor. Bu durumda, Ayşeciğim diye AYIRMADAN yazmak doğru, ayırmak yanlış oluyor. Artık uzun uzun -cığım, -ciğim yazmıyoruz o ayrı mesele. Tahminim artık bu kabul edilebilir birşey oldu. Ağabey yerine abi yazmak gibi.

Bu konuda bildikleriniz varsa lütfen yazın, böyle ince konularda bilgiye ulaşmak kolay değil gerçekten de...

Montessori Okulumuz Habertürk'de

Gül sağolsun, scan edip, bloguna yüklemiş, ben de fotografı oradan aldım. İnternette yok, gazetenin Cumartesi ekinde var.

http://durucanakcioglu.blogspot.com/2010/07/montessori-okulumuzun-ilk-haberi.html

Monday, July 26, 2010

Tuvalet Eğitimi Kitabı


Daha önce İngilizce'sini okuduğum ve blogumda bahsettiğim kitap, Gün Yayınları'ndan Türkçe olarak çıkmış:

Yazarları: Nathan Azrin ve Richard M. Foxx
İsim: Bir Günden Kısa Sürede Tuvalet Eğitimi

Bence okuyun, hepsini yapamazsanız da ilginç öneriler var.

Şeker çok zararlı!

Alp doğduğundan beri yakın çevreyle savaş halindeyim. Şekerin çok zararlı olduğunu, sigaradan farkı olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Ama nedense herkes tatlı birşeyler verme çabasında. Bu konuda yazı yazacakken, internette güzel bir link gördüm. Altında da şeker yememek için sebepleri çok güzel sıralamışlar. Ben size listeyi yazıyorum, en altında da link var:

Şeker yememek için 66 neden
1. Şeker kanser hücrelerinin en çok sevdiği şeydir.
2. Şeker bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir.
3. Şeker vücudunuzun mineral dengesini bozabilir.
4. Şeker çocuklarda hiperaktivite, endişe, dikkat bozukluğu ve huysuzluğa sebep olabilir.
5. Şeker çocuklarda uyuşukluğa sebep olabilir.
6. Şeker çocukların okul başarısını olumsuz etkileyebilir.
7. Şeker trigliserit seviyesinde belirgin bir artışa sebep olabilir.
8. Şeker bakteri enfeksiyonlarına karşı savunma sistemini zayıflatabilir.
9. Şeker böbreklere hasar verebilir.
10. Şeker krom eksikliğine yol açabilir.
11. Şeker bakır eksikliğine yol açabilir.
12. Şeker kalsiyum ve bakır emilimini engeller.
13. Şeker meme, yumurtalık, prostat ve rektum kanserine yol açabilir.
14. Şeker kadınlarda daha büyük risk oluşturmak üzere, kolon kanserine sebep olabilir.
15. Şeker safra kesesi kanseri için risk faktörü olabilir.
16. Şeker gözleri bozabilir.
17. Şeker serotonin seviyesini yükseltir; bu da kan damarlarını daraltabilir.
18. Şeker Hipoglisemiye sebep olabilir.
19. Şeker midenin asidik olmasına yol açabilir.
20. Şeker çocuklarda adrenalin seviyesini artırabilir.
21. Şeker koroner kalp hastalığı riskini artırabilir.
22. Şeker ciltte kuruma ve saç beyazlamasına yol açarak yaşlanma sürecini hızlandırabilir.
23. Şeker alkol bağımlılığına yol açabilir.
24. Şeker diş çürüklerini artırabilir.
25. Şeker kilo alımı ve aşırı şişmanlığa katkıda bulunabilir.
26. Yüksek miktarda şeker yemek Crohn’s hastalığı ve ülseratif kolit riskini artırır.
27. Şeker kireçlenmeye sebep olabilir.
28. Şeker astıma sebep olabilir.
29. Şeker mantar enfeksiyonlarına sebep olabilir.
30. Şeker safra taşı oluşmasına yol açabilir.
31. Şeker böbrek taşı oluşmasına yol açabilir.
32. Şeker istemik kalp hastalığına yol açabilir.
33. Şeker apendisite yol açabilir.
34. Şeker Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini şiddetlendirebilir.
35. Şeker dolaylı olarak hemoroide yol açabilir.
36. Şeker damarlarda varise yol açabilir.
37. Şeker osteoporoz oluşumuna katkıda bulunabilir.
38. Şeker salya asiditesine katkıda bulunabilir.
39. Şeker insülin sensitivitesinde düşüşe sebep olabilir.
40. Şeker glikoz toleransının düşmesine sebep olur.
41. Şeker büyüme hormonunu azaltabilir.
42. Şeker toplam kolesterolü artırabilir.
43. Şeker sistolik kan basıncını artırabilir.
44.Şeker gıda alerjilerine sebep olur.
45. Şeker diyabet oluşumuna katkıda bulunabilir.
46. Şeker hamilelikte kan zehirlenmesine yol açabilir.
47. Şeker çocuklarda egzama oluşuma katkıda bulunabilir.
48. Şeker kardiyovasküler hastalığa sebep olabilir.
49. Şeker DNA yapısını bozabilir.
50. Şeker katarakta sebep olabilir.
51. Şeker amfizeme sebep olabilir.
52. Şeker ateroskleroza sebep olabilir.
53. Şeker serbest radikal oluşumuna sebep olabilir.
54. Şeker enzimlerin işlevselliğini düşürür.
55. Şeker karaciğer hücrelerinin bölünmesine sebep olabilir; bu da karaciğerin boyutlarını büyütür.
56. Şeker karaciğerde yağ miktarını artırabilir.
57. Şeker karaciğerde patolojik değişimlere yol açabilir.
58. Şeker pankreasa zarar verebilir.
59. Şeker kabızlığa sebep olabilir.
60. Şeker miyopluğa sebep olabilir.
61. Şeker hipertansiyona sebep olabilir.
62. Şeker migren de dahil olmak üzere baş ağrılarına sebep olabilir.
63. Şeker beyin dalgalarını artırabilir; bu da beynin düşünme kabiliyetini zayıflatır.
64. Şeker depresyona sebep olabilir.
65. Şeker hormonal dengesizliğe sebep olabilir.
66. Şeker Alzheimer’s hastalığı riskini artırabilir.

Kaynak:
http://www.hakkinda-bilgi-nedir.com/sekerin-zararlari-nedir+sekerin-zararlari-hakkinda-bilgi

Garip bir hastalık

Alp 2 yaşına bastı. Ne büyük mutluluk, ne büyük olay... Daha önce çocuk doğum günleri sıkıcı gelirken, şimdi çok duygusal geliyor. Hiç şeker yemeyen-yedirilmeyen çocuğum 2 gün üst üste pasta yiyince, bağışıklık sistemi zayıfladı (zaten bunun için yedirmiyoruz şekeri) ve hasta oldu. Önce ateş çıktı. Fazla üstünde durmadık. Fakat sonra ağlamaya başladı, hiç durmadan. Ardından ağzındaki tükürükleri yutamamaya başladı. Anladık ki, ağız ya da boğazda birşey var. Doktorumuz burada değil, biraz panik olduk. Başka doktora gittik. Bize dedi ki: "El-ayak-ağız hastalığı" olmuş. Ağzı ve boğazı silme aft. Kendi tükürüğünü bile yutamıyor. Çok canı yanıyor. Bulaşıcı birşey, heryerden geçermiş. Park, bahçe, havuz, ne isterseniz. Bazen el ve ayakta önce sinek ısırığı gibi sonra siğilimsi şeyler çıkıyormuş. Bu yüzden de bu isim veriliyormuş. Çok komik, İngilizcesi de aynen böyle. Bir virüs sebep veriyor. Çaresi yok. Tek yapacak şey aftların ağrısını azaltmak. Aftadur çok işe yaradı. Ağrısını alıyor. İbufen de verdik, o da ağrı kesici. 4 gün sonra keyfi yerinde. Aftlar azaldı ama hala var. Bulaşıcı olduğu için diger cocuklarla temas etmiyoruz. Yazın çok yaygınmış. Çocuğunuzun basına böyle birşey gelirse, doktora hemen gidin, rahatlatmak için ne gerekiyorsa yapın. Ben dondurma bile verdim, soğuk olduğu için biraz ağrıyı uyuşturuyordu:)

Friday, July 9, 2010

Tuvalet Eğitimi

Haziran ayında Bodrum'daydık. Bu vesile ile Alp'i tamamen doğaçlama olarak eğitime almaya karar verdik. Önce 3 gün evden çıkmayacak şekilde plan yaptık. Lazımlığı en cok vakit gecirdigimiz salona yerleştirdik. Bezini cıkartıp altını cıplak bıraktık. Sık sık sorduk, çiş var mı? diye. Önce cevapsız bıraktı. Saatte bir lazımlığa oturttuk. İlk gün bol kazalı bir gün oldu. Yerler çiş-kaka oldu. Her tarafı Frosch'un sirkeli temizleyicisi ile sildik durduk.

2.günde Alp kendisi lazımlıga yönelmeye basladı. Kazalar devam etti. Her kazadan sonra biz yine de lazımlığa götürdük, bak buraya yapacaksın dedik. Kendisi gidip kazasız basarınca onu övdük. Sen abi oldun artık dedik. Aynı gün, saat 5 gibi dısarı cıktık, yanımıza seyyar lazımlığımızı aldık. Birkaç kere oturttuk, ama kesinlikle lazımlıga yapmadı. Üstelik 2 kere de üstüne yaptı! Evden cıkmanın büyük hata olduğunu gördük. Çevre daha ilginçti. Eve gelince yine lazımlıkta yaptı neyse ki.

3.gün plaja indik ama yanımızda lazımlıgı da götürdük. Artık orada da lazımlıga oturtunca yapıyordu. Bütün gün kazasız geçti diyebilirim. Geceleri bezli yatırmaya devam ettik. Gündüz uykusunda ise bezi attık. Birkez kaza yasadık, sonrası hiçbir sorun olmadı.
10 gün sonunda İstanbul'a dönerken, uçakta bile bez bağlamadık. Binmeden önce birkaç kez tuvalete götürdük. Kazasız evimize geldik. Döndükten sonra, gece de bezsiz yatıralım dedik. Gece 9 gibi uyuyor, uyumadan hemn önce mutlaka tuvalete oturuyor. Sonra da gece 11 gibi uyandırmadan lazımlığa oturtuyoruz, hemen bir lazımlık dolusu çiş yapıyor. Sabaha kadar yetiyor bu. Sonra da sabah kalkar kalkmaz tutuyoruz. Sanırım yöntem oturdu. Sokaga da mutlaka portatif lazımlıgımızla cıkıyoruz. Alp sık pişik oluyordu, neyse bundan kurtulduk. Ailecek cok mutluyuz:)

Montessori'den Haberler

Uzun zamandır yazamadım. Biraz yaz rehaveti, biraz tatil, biraz iş...
Sonunda bir rüya gerçekleşti ve bizim derneğimiz resmen kuruldu. Bugün yarın hesap numaraları alınıp okulumuz için ilk ödemeler velilerden alınacak. Montessori Materyalleri de sipariş verildi, Hollanda'dan 1 ay içinde gelecek.

Haydi hayırlısı. Bu iş için emeği geçen herkese çok teşekkürler.

Friday, May 14, 2010

Veli inisiyatifi montessori okulu

Eveeet, logomuz bile hazır. Haydi toplantıya:)

Bu arada logoyu hazırlayan, sevgili arkadaşım Potikare'den Sevengül Senbir'e sonsuz teşekkürlerimizle:)

TOPLANTI DETAYLARI:
Tarih:16 Mayıs 2010 Pazar
Zaman:14:00 - 17:00
Yer:Halis Kurtca Kültür merkezi, Suna Pekuysal Salonu, Ressam Salih Erimez Cd.
Gözcübaba, Merdivenköy/Kadıköy
http://www.hkkm.gen.tr/iletisim.aspx

Montessori Eğitimini ve genel yapıyı anlattığımız ilk toplantımızın ardından, desteklerinizle ve katılımınızla güçlenerek çok yol aldık.16 Mayıs Pazar, 14.oo-17.oo arası yapacağımız toplantıda artık sizlerle:
* Neden bu girişime ihtiyaç duyduk?
* Montessori eğitim sisteminin, geleneksel eğitim sisteminden farkları ve bu farkların çocuklara katkıları nelerdir?
* Montessori okulumuzda bir gün nasıl geçer?
* Veli inisiyatifi nedir?
* Okulun yapısı nasıl olacak?
* Okulumuzun eğitim programı ve metodu nedir?
* Eğitimcilerimiz kimler olacak?
* Akademik destek ve denetleme nasıl gerçekleşecek?
* Almanya’daki kardeş dernek ve okul bize nasıl destek olacak?
* Okulumuzda uygulanacak beslenme yaklaşımı nasıl olacak?
* Okulumuzun yeri nerede olacak?
* Okulumuzdaki çocukların yaş aralığı ve sayısı nedir?
* Neden veli inisiyatifi ile olmalı?
* Finansal yapı nasıl olacak?
* Projemize nasıl katkıda bulunabilirsiniz?
* Projemize nasıl katılabilirsiniz?
Katılımcı sayısını netleştirilmek için buluşuyoruz.
Montessori Veli İnisiyatifi Grubu
http://montessoriokul.blogspot.com/
montessoriokul@gmail.com

Thursday, April 29, 2010

Yeni Montessori Okul Seminerinin Tarihi Belli Oldu

Okul hakkında biraz daha bilgi edinmek isterseniz:

Gün: 16 Mayıs 2010 Pazar Günü
Tarih: 14:00-17:00
Adres: Halis Kurtca Kültür Merkezi, Suna Pekuysal Salonu, Ressam Salih Ermez Cad. Gözcübaba Merdivenköy/Kadıköy

İlgilenenleri bekleriz :)

Monday, April 19, 2010

Montessori Okulu Semineri

Maria Montessori yöntemlerini ve felsefesini okuyan birçok annenin içinde uktedir, İstanbul'da gerçek anlamda böyle bir anaokulu olmaması. Evet içinde materyal barındıran yerler mevcut. Ama materyalin olması, gerçek anlamda Montessori eğitimi verilmesini göstermiyor. Montessori belki de Türkiye'nin içinde bulunduğu eğitim çıkmazına bir alternatif olabilir. Çocuğu TAMAMEN özgür bırakıp içindeki yeteneği çıkartmayı hedefleyen bir sistem. Çocuğa kendi kendine yetmesini öğretiyor. Müthiş bir matematik altyapısı hazırlıyor. Ve bunu bilinen tekniklerin dışında, oyun gibi veriyor. Bunun gibi daha birçok şey var.
Benim gibi düşünen birkaç anne biraraya geldik. Yurtdışında bu işe senelerini vermiş olan Emel Çakıroğlu Willbrandt ile görüştük. Kendisi su anda Türkiye'de üniversite seviyesinde Montessori eğitimi veriyor. Eğer bir dernek kurup anne-baba insiyatifi olarak bu işe başlarsak, yani ticari bir müessese olarak değil, bize destek olacağını söyledi. Biz de Emel Hanım desteği ile bu yola çıktık. Siz de ilgileniyorsanız, şu blogu takip ediniz:

http://montessoriokul.blogspot.com/

Seneye okulun faaliyete geçmesi için grubumuz elinden geleni yapacak.

Tuesday, April 6, 2010

Tuvalet Eğitimi 4, galiba...

Evet, bu iş çok uzadı. İtiraf ediyorum. Bu kitabı okuması biraz sevimsiz. Çok talimat var. Bu nasıl yapılır? Bana çok zor geldi. O kadar çok talimat var ki, insan şöyle diyor: Kitabı boşuna okumayayım. En iyisi alayım elime, çocuğu oturtayım önüme, adım adım ne diyorsa öyle yapayım. Akılda kalıcı değil. Bu yüzden de burada yazılası birşey değil.

Şunun gibi: Çocuğu oturt. Oturunca alkışla. Ne güzel oturuyorsun de. Ama bir süre sonra güzel oturunca sakın yapma, yoksa devamlı bekler olur.... gibi.

Pes ettim galiba. Daha standart yöntemleri deneyeceğim gibi geliyor. Yakında altı acık gezdirmeye başlarım. Bu iş 2 yasına kalsın istemiyorum, yoksa uzuyor. T2 dönemine denk gelirse, inatlaşma ve eğitim aynı anda çok zor oluyor.

Bakalım maceralarımız nasıl devam edecek? Pratik anne'nin blogunu cok severek izliyorum, biraz onun yazdıklarına bakacagım.

Thursday, March 18, 2010

Tuvalet Eğitimi 3

Nedendir bilinmez, bu kitabı çooook yavaş okuyorum. Sanki elim gitmiyor. Bir arkadasımın dediği gibi, acaba kendime bu işi geciktirmek için bahane mi yaratıyorum? Neyseki blog baskısı var. Mail atıp soranlar var, ne oldu bunun devamı diye. Evet, bugün biraz daha anlatıyorum:

Bu eğitimi vereceğiniz gün, evden herkesi gönderiyorsunuz. Cocugun dikkatinin dağılmaması için. Rahat biryer olsun. Kitapta mutfak tavsiye ediliyor. Tabii mutfak küçükse daha uygun biryer secilebilir. Çocuga içirebileceginiz bütün sıvı çeşitlerini, diziyorsunuz. Bir de ödül yiyecekleri bulunduruyorsunuz.

İlk sırada altını ıslatan bebek var. Bebegin kendi lazımlıgına ya da sizin cocugunuzun lazımlığına oturması gerekecek. Ama önce bebege su veriyorsunuz. Sonra bebegi lazımlıga oturtup çişini yapmasını sağlıyorunuz. Benim bulduğum bebek, karnına bastırarak yapıyor. Bunu fazla hissettirmeden yapın. Çocugunuzun alttan çıkan suya eliyle dokunup, bunu hissetmesini saglıyorsunuz. Çişşş diyorsunuz. Böylece çocuk bağlantı kuruyor. Dolan lazımlıgı tuvalete götürüp beraber döküyorsunuz. Buna aşinalık kazandıktan sonra, öteki adıma geçebilirsiniz.

Friday, February 26, 2010

Tuvalet Eğitimi 2

Evet, kitap bulundu, tekrar okunmaya başlandı.
Şu ana kadar öğrendiklerim:

Çocuk ne zaman hazır olur?
1- İdrarı kontrol edebilme: Bir seferde yüksek miktarda çiş yapıyor mu? Birkaç saat bezi kuru kalıyor mu? Yüzünden, durusundan çiş yaptığını anlıyor musunuz? Cevabınız evet ise bu iyiye işaret. İlk ikisine evet ama üçüncüye hayır diyorsanız, yine de eğitime geçebilirsiniz.
2- Fiziksel olarak hazır olma: Ellerini iyi kullanıyor mu? Odalar arası rahatça geziyor mu? Evet ise fiziksel olarak hazır demektir.
3- Talimatları yerine getirebilme:
Şu 10 tane talimatı yerine getirmesini isteyin:
1- Burnuna dokun 2- kulaklarına dokun 3- ağzına dokun 4- saçına dokun 5-sandalyeye otur
6- ayağa kalk 7- benimle mutfağa gel 8- beni xxx yaparken taklit et, örneğin çay içerken 9- bana ambulansını getir (bir oyuncağı) 10- bir objeyi birşeyin içine koymasını isteyin. (bebegi arabaya koy)

10 tanesinin 8'ini yaparsa, hazır demektir.

Genellikle çocuklar 20.aydan itibaren bütün bunlara hazır hale gelirler. Ama olur da gelmezse, merak etmeyin. Biraz bekleyin, tekrar deneyin. Talimatları yerine getirmemesinin bir sebebi, yetersiz dil gelişimi olabilir. Böyle bir durum varsa, özellikle anahtar kelimeleri öğretmeye çalışın. Aşağı, yukarı, pantolon, çiş, kaka, lazımlık, tuvalet gibi.

Yapmamasının bir sebebi inatçılık olabilir. Bu durumda üstüne fazla varmayın.


Eğitim için gerekli materyaller:
Altını ıslatan bir bebek (Türkiye'de var. Epey pahalı bebekler maalesef ama eğitim için çok önemliymiş.)
Kolay boşaltılan bir lazımlık
Eğitim külotlarından 7 adet
Bol sıvı
Ödül yiyecekleri
Evde sizden başkası olmasa iyi olur demişler. Çocuğun kafası dağılmasın diye.
Ben hala bizim ufaklığın bir odada (mutfakta yapacağım) uzun süre nasıl kalacağını bilmiyorum ama yazarlar çok iddialı:)

Tuesday, February 16, 2010

Tuvalet Eğitimi 1 1/2

Biliyorum, merak edenler var, neymiş bu yöntem diye. Yalnız kitabı kaybettim! Alp'in yiyip bitirmiş olmasından kuşkulanıyordum. Sonunda buldum. Ucu yenmiş gerçekten. Galiba eğitimi ertelemek istiyor:)
Yakında tekrar başlayacağım..

Wednesday, February 3, 2010

Sling nereden alınır?

SLING:
Hatırlatayım, sokakta çingeneleri, Anadolu'da kadınları görürüz. Bebeler hep sırtlarında ya da kucaklarında bir bezin icinde bulunur. İşte bu bez parçasının İngilizce ismi sling. Türkçemize güzel bir karşılığını kazandıran olursa cok harika olur. Ben hamilelik pilatesi dersi veren Jale Dural Özen sayesinde ögrendim ve ondan aldım. Bana email ile yazıp soranlar oluyor, onlar için Jale'nin size sitesini veriyorum. Orada baska ürünler de var, işinize yarayabilir. Eğer bu blogdan okuyup geldik derseniz, 10TL indirim alıyorsunuz. İki tane alırsanız indirim epey artıyor.
Site: http://www.hamilelerkulubu.com/
Ürünler kısmına tıklayınca karsınıza geliyor.

Tuesday, January 19, 2010

Tuvalet Eğitimi-I

Herkesin kabusu, tuvalet eğitimi. Kimi diyor ki, sakın 2 yaşından önce başlamayın, kimi diyor ki sakın o kadar geç kalmayın. Çok karısık. Evet, 20 yasında hala altına yapan yok (sanılıyor) ama uykusunda yapan var! Tabii bunun psikolojik tarafları da var. Ama uzadıkça uzaması gerçekten stres. Kızların daha erken ögrendikleri de bilinen bir gerçek.
Ben yine kendimi kitaplarıma verdim. Ortak kanaat, zorlama yok. Öyle tehditler, korkutmalar, zorla lazımlıga oturtmalar asla yok. Onlar geride kaldı. Artık herşeyde olduğu gibi cesaret verici yaklaşımlar var. Yeni bir kitap buldum:
Toilet Training in Less Than A Day Yazar: Nathan Azrin. Amazon'dan aldım. Aslında bu 10 günde 10 kilo nasıl verirsiniz kitapları gibi bir isme sahip o yüzden biraz şüpheci yaklaştım. Ama amazon'da aldığı yorumlar cok olumluydu, epey de fazla yorum vardı, o yüzden aldım. Minik bir kitap. Su anda okuyorum. Bu yöntemi 2 tane psikolog geliştirmiş. Yöntemi, 200 tane, 20 ayını dolduran bebek üstünde denemişler. Cocukları secerken her türlü cocuk olmasına dikkat edilmiş. Melek, yaramaz, zeki, orta zekalı, basarısız tuvalet eğitimi alanlar, farklı kültürler... Veee sonuc: 198 tane cocuk ortalama 5 saatte bu işi ögrenmiş!! Ögrenmeyen çocuklarda sorun şuymuş: cocukların babaları eğitime karşı çıkmışlar. Yani babanın da işbirliği şart.

Henüz yöntemin anlatıldığı kısma gelmedim. Ama ön hazırlık için şunu yapabilirsiniz demişler, aktarıyorum:
1* Siz tuvalette iken sizi seyretsin.
2* Ona anlatın, sifonu çekmesine izin verin.
3* Pantolonunu kendi kendine çekmesini ve indirmesini öğretin. Bunun için bol bir pantolon kullanın.
4* Çiş-kaka gibi terminolojiyi öğretin.
5* Rahat edeceği bir lazımlık bulun. Boşaltması kolay olsun.

Bunlar ön hazırlık. Kitap ilerledikçe sizinle paylaşmaya devam edeceğim.