Friday, November 19, 2010

Anıtkabir


Kurban Bayramı, 1.gün, sabah 9:30. Biz kendimizi Anıtkabir'de bulduk. Kimse yok. Çok müthiş bir huzur var. Hiç böyle görmemiştim orayı.
Alp muhtelif heykellerden ve şehir içindeki fotoğraflardan dolayı Atatürk'ü ismen biliyor. Anıtkabir'e giderken de, 'Atatürk'ün evine' gidiyoruz dedik. 2 yaşındaki çocuğa mezar, anıt anlatmak imkansız tabii! Neyse Alp gayet mutlu gitti oraya. Kocaman meydanda nasıl mutluydu, anlatamam. Sonra mozole kısmına geldik. Nerede diye sordu. Burada uyuyor dedik. Ben görmek istiyorum diye tutturdu! İmkansız, uyuyor diyerek kıvırmaya çalıştık ama Alp basladı ağlamaya: kapısini çalalım, ben Atatürk'ü istiyoruuum diye. Nasıl bir ağlama, heryer sessiz, bacak kadar çocuk 'Atatürk'ü istiyorum' diye ağlıyor. Bize gülme geldi. Babası zaten kamera ile yapışık yaşadığı için bu anı videoya çekmek hiç zor olmadı. Çok ironik bir durum çıktı ortaya. Hikayenin başını bilmeyen birkaç eş-dost, videoyu görünce göz yaşları içinde beni aradılar. Mail olarak sağa sola göndermek isteyenleri kibarca reddettiim çünkü böyle bir videonun you tube'a düşmesini gerçekten istemem.
Alp'i ikna ettikten sonra, AOÇ'yi tekrar denemek üzere oradan ayrıldık.

Ataturk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi

Çok az vaktimiz var, Kapadokya'ya doğru yola çıkacağız. Bari AOÇ'nin hayvanat bahçesine gidelim dedik. Çocukluğumdan hatırlarım, kocaman bir yer. Web sitesine baktık, 365 gün açığız diyor. Saat 8:30-17:00 arası. Biz yine de güvenemedik, bir de telefon ettik. Ne de olsa bayram. Santraldaki görevli açığız dedi. Saat 9:15 gibi oradaydık. O da ne, gişeler kapalı!! Güvenliğe kızdık, (tek kızabileceğimiz onlardı), web- tel, heryerden bilgi aldık, nasıl kapalı olur dedik. Bayramda böyleymiş!! Santral icerideymis, onların haberi yokmus! Skandal! Bize 10'da gelin dediler. Anıtkabir'i gezip gittik, 10:30'da tekrar kapıdaydık. O da ne? Hala kapalı! Bu sefer kapıda kuyruk. Yine aynı görevlileri bulduk: saat degişmiş, 11:00'de açılacakmış, yarım saat bekleyecekmişiz. Epey şarladık ama yapacak şey yok, Alp ile öyle bekleyemezdik, aynen yola devam ettik. Ey AOÇ Müdürü, duy sesimi!! Bayram tatili sizin de hakkınız ama bir zahmet web sitenizi güncelleyin. Santrala çıkan kapalıyız desin. Hatta çıkmasın, bu bile daha iyi...

Wednesday, November 17, 2010

Alp ile uzun araba yolculugu

Alp su anda 27 aylık. Hiç uzun yola gitmedik arabayla. Sonunda denemeye karar verdik. Hedef Kapadokya. Ama önce Ankara'ya ugrayıp yolu ikiye bölelim dedik. Saat 12 gibi İstanbul'dan yola çıktık. Yolda sadece 1 kez durduk. Alp hic sorun çıkarmadı. Hatta bir çanta dolusu eşyası vardı. Hemen hemen hiçbirini kullanmadık. Hatta yolda bizi o kadar eğlendirdi ki, artık heryere arabayla gidebiliriz. Ankara'da bir gece kaldık, sabah da minik bir program sığdırdık, o bir daha ki yazıya..

Friday, November 12, 2010

Küçük Kara Balık Çocuk Evi


Okulumuzun ismi ve logosu artık belli. Daha önce birkaç isim üstünde durduk ama ruhsat aşamasında problemler çıktı. Bu yüzden biraz gecikti. Artık ismimiz Küçük Kara Balık Çocuk Evi.
İsmini ise meşhur çocuk kitabından alıyor. Biz küçükken okutulurdu: Sürüden ayrı duran, herkesten farklı hareket eden bir balığın hikayesidir bu. Biz de kendimizi aynen öyle hissediyoruz:)
Web sitemiz de buna göre değişti. http://www.kucukkarabalikcocukevi.com oldu. Eski siteden içeriğin taşınması biraz vakit alacak sanırım zira çok dolu bir site olmuştu. Eski sitemizi yine hatırlatayım: www.montessori.org.tr
Yeni bir logomuz da var. Bize gönülden destek olan, okulumuzun bir velisi bile olmayan çok sevgili arkadaşımız Sevengül Senbir'e (Potikare Ajans) çok teşekkür ederiz.

Thursday, November 11, 2010

Hastayken sırf sebze yiyecektik ya...

İşte o konuda 2 günde pes ettim, kısmen daha doğrusu. Alp'e iki gündür sadece sebze vermeye calısıyordum. Pişmiş sebzeleri reddetti, ben de salatalık-biber verdim. Ama galiba hazımsızlık yaptı, dün gece ağladı durdu. Karnım ağrıyor dedi. Sabah ilk defa yumurta diye agladığını duydum. Alp'in yumurta istediği görülmemiştir. Açlıkla terbiye böyle birşey mi acaba? Sonunda ben de pes edip yumurta yemesine, ekmek yemesine izin verdim. Seda cabuk pes ettiğimi düşünüyor ama hiç olmazsa et,süt, meyve vermeyeceğimi düşünerek içimi rahatlatıyorum. Küçücük çocuğa rejim nasıl zor birşeymiş? Çocuğu hiper alerjik olanlara bol sabır diliyorum. Benim gözümde onlar artık birer evliya!

Wednesday, November 10, 2010

Aykırı ve radikal bir doktor: Dr.Hülya Sonugür

Bugün, arkadaşım Seda'dan defalarca dinlediğim ama karşıda olduğu için bir türlü gidemediğim Dr. Hülya Sonugür'e gittim. Beni oraya kadar götüren ise, Alp'in son zamanlarda sık hasta olması ve bir türlü iyileşememesi, kendi doktorunun antibiyotik önermesi oldu. Bunca zaman kullanmadık, şimdi hafif geçen bir hastalık için kullanmak çok zor geldi, aldım ama kullanmadım. Hastalık krupla başladı sonra bildiğiniz gribe döndü. Gayet müzmin bir durumu var.
Hülya Hn'ı aradım, bu hafta cok doluyuz dediler. Yeni hastalara özellikle cok vakit ayırıyor, sizi sıkıştırmak istemeyiz dediler. Rica ettim, Hülya Hn'ın sizi aramasını sağlayacağız dediler. Veee çat diye aradı Hülya Hanım, gerçekten çok sevindim. Beni tanımıyor bile! Normalde bunu yapacak doktor yok gibi birşey artık.
Bana telefonda en azından 20 dakika bilgiler verdi. Bu bile beni bitirdi. Nasıl bir doktor bu acaba dedim kendi kendime. Alp'in boğazının kızardığını, doktorunun antibiyotik yazdığını ama başlamadığımı söyledim. Bana direkt olarak şunu dedi: "Antibiyotik sadece streptokok bakterisi için verilir. Bunun için de strep a testi yapılır. Gidin hemen yaptırın, sonuc derhal cıkıyor" dedi.
İlk iş olarak, Alp'in sebze haricinde bütün gıdalarını kesin dedi. Ekmek, süt, meyve, tahıl, aklınıza ne geliyorsa. Gerekirse aç kalsın, hatta daha da iyi dedi. Vücudun enerjisini hazım için degil, iyileşmek için kullanması lazım dedi. (Bu arada ben kara kara düşünüyorum, meyve ve bulgur müptelası Alp nasıl ikna edilir diye) Ekstra verdiğiniz bütün ilaç-vitamin ne varsa kesin, atın dedi. Siz gelince daha detaylı görüşürüz dedi.
Evde ilk iş doktorun söyledigi maddeleri yok etmek oldu. Alp hasta olduğu için zaten iştahı yoktu, ama meyve biraz zor oldu açıkçası. Ne zaman birşey istese, eline organik pazardan alınmıs salatalık ve kapya biberi verdim. İdare ettik. Mutfaktan ekmek aşırmış, evet resmen aşırmış, ona birşey demedim artık. Burada en önemlisi et-süt-şeker (meyveden dahi olsa). Ben de bunları kesmiş oluyorum, bir ekmek eksik kalsın dedim. Ertesi günü sekreter beni aradı ve bana randevu verdi. İnanılmaz sevindim. Atladım, gittim.
Muayenehaneye girince çok sevindim. Birincisi galoş stresi yoktu. Demek doktor bunu önemsemiyor hatta destekliyordu. Bu aynı benim yaklaşımım! İkincisi bu kadar aykırı doktorun muayenehanesinde oyuncak da olmaz sanıyordum, halbuki hiçbir doktorda olmadığı kadar çeşit oyuncak vardı. Alp hemen daldı oraya. Bu arada Montessori'den ögrendiği, izin isteme olayını da hemen uygulamaya koyduğunu gördüm. Bir çocuk elinden oyuncak almaya kalktı, bizimki tersledi: "Ama sen benden izin istemedin" diye. Çok güldüm...
Sonra Hülya Hanım beni çağırdı. Biz sizinle uzun uzun konusacagız, Alp orada kalabilir dedi. Kapıyı da acık bıraktı ki isterse beni görsün diye. Ben de sandım ki, 15-20 dakika konusuruz. Tam 1.5 saat konustuk. İnanılır gibi değil. Ben daima doktora sorularımı yazarak giderim, çünkü unuturum soruları. Herşey çok hızlı gelişir. Eve gelince yine de sormadığım sorular olduğunu hatırlarım. Hülya Hanım ise önce kendinden bahsetti. Ben "anarşist ve aykırı" bir doktorum dedi. İlaç sektörüne savaş açmış durumda. Gıda sanayisine de. PAketli, reklamı yapılan hiçbirşeyi yemeyin diyor. Bu anlamda "Food Inc" belgeseline paralel şeyler anlatıyor. Çocuğa sakın sakın süt içirmeyin diyor. (2 yas sonrası-o yasa kadar da emzirdiğini varsayıyor)
Yoğurdu destekliyor ama evde yapılması kaydıyla. Sütçi Aysun'u da destekliyor. Ama yoğurdu da kıvamında yesin diyor. Makarna yemesin, gerek yok. Bulguru az yesin. Ama besin maddesi mutlaka sebze olsun. Peynire falan da gerek yok. Asıl kalsiyum sebzeden gelsin diyor. ŞEker zaten yok, meyveden gelen şeker de fena, az yesin. Masaya sizinle otursun, ona özel yemek olmasın. Yerse yesin, yemezse kalksın. Şişmanlık fena. Bizimkinin kilosu %25, boyu %75'de cıktı. Yani zayıf ama uzunca. O da tam olarak bunu istiyormuş. Ara öğünü kaldırın, alışmasın. Kendiniz de yemeyin dedi. Omega 3 veriyorum dedim, verme dedi. Balık hiç yemese de olur dedi. Sünnet yaptırdıgımızı duyunca cok üzüldü, tamamen karşı. Protestan Amerikalıların çıkardığı bir eylem olduğuna inanıyor. Matah birşey olsaydı Avrupalı da olurdu diyor.
Aşılara da 0-3 yaş arası karşı ama Alp hepsini oldu zaten, ona da geçmiş olsun diyoruz maalesef.
Özellikle hasta iken, bırakın aç yaşasın dedi. O kadar radikal.
Sonra Alp'i kontrol etti. Toparlamak üzere, dediklerimi yapın, geçer merak etmeyin dedi. Bir de alerji testi istedi. Bendeki alerjik yapı ona da geçmiş gibi duruyor. Kulağında kir var, krup olmuş, sık terliyor, bu alerjik yapının işaretleri dedi. Artık bir kan testi yaptıracağız. Ben bu kadar ilgili olduğu için çok sevdim Hülya doktoru. Devam etmeyi de düşünüyorum. Zaten zırt pırt çağırmıyor. Alerji testi için görüşeceğiz, bir daha 3 yaşında gelin dedi.

NOT: Bu yazıyı yazdıktan epey sonra Hülya Hanım doktorluğu bıraktı. Kendisini düzenli ziyaret eden bir arkadaşım, Sağlık Bakanlığı'nın aşı ve ilaç karşıtı olduğu için çok baskı yaptığını söyledi, bu durumdan bunalmış. Bana çok mail geliyor, bu yüzden bu notu yazma gereğini hissettim. Bende olan cep telefonu bile kapalı. Sanırım gerçekten bıkmış, ulaşılmak istemiyor. Yine aynı arkadaşım başka doktor tavsiye edebilir misiniz diye sormuş, cevabı hayır. Kendi yöntemleri ile çalışan birisi daha yokmuş. Genelde hep aynı sorular geldiği için açık bir şekilde yazmak zorunda hissettim kendimi.

Sunday, November 7, 2010

İlk Veli Toplantısı...

Ne kadar garip hissettik, anlatamam. Minicik bebeğimiz büyümüş, biz veli toplantısına gidiyoruz!!
Okulumuz yeni, öğrenciler yeni olunca, böyle bir toplantı şart oldu. Hepimiz toplandık gittik. Bütün veliler heyecan içindeydi. Öğretmenlerimiz genel bilgiler verdiler. Çocukların kişisel gelişimi ile ilgili bilgileri de, hepimize ayrı yazılmış mektuplar olarak verdiler. Toplantı miniklerin sınıfında, Montessori materyallerinin arasında gerçekleşti. Materyallerden birkaç örnek verdi Emel Hanım. Benim hayranlığım daha arttı bu sisteme karşı. 1 ay oldu okulumuz açılalı. Artık çoğu çocuk sırasını bekliyor. (2 yaş civarındakiler biraz daha zorlanıyor ama onlarda da ilerleme var.) Malzemelerini kendileri seçiyorlar, mutlaka topluyorlar. (Biz evde o kadar ugrastık beceremedik, demek keramet okulda ya da ögretmendeymiş). Zorla çekip almıyorlar. (Yine 2 yaşlarda bu hala devam ediyor, azalarak olsa da) Emel Hanım da söyledi, 30 ay önemli bir dönüm noktası. Daha önce yaptığı atma, çekme, paylaşmama olayları oldukça azalıyor.
Önemli bir ders daha öğrendik: Olmayacak birşey yaparsa, "Bunu yapmanı sevmedim" demek gerekiyormuş. "Bu yanlış" degil. Neye göre yanlış, bu ucu açık bir konu. Ama bunu sevmedim demek çocuğa daha net bir mesajmış. Bundan sonra biz de evde böyle yapacağız:)
Bir de evde ne tip oyuncaklar olmalı sorusuna, gösterişli olanı değil, elini kullanabileceği, fonksiyonel olanı seçin dedi. Yani kocaman bir araba değil de, bloklar, legolar olabilir olarak yorumladım kafamdan.
Hey ay bir toplantı olacak, heyecanla onu bekliyoruz. 1 ayda bu kadar çok şey değişti, bakalım daha neler değişecek?